30.03.2007

GÖKÇEK, HINCAL ULUÇ, BEKİR COŞKUN, ONUR BAŞTÜRKLE BASIN TURU...


Merhaba yüreğimin taneleri,
nassınız inşallah??

Bendeniz,
bir nebze iyi olmama karşılık,
uykusuzluktan o kadar muzdarip durumdayım ki,
gözkapaklarımı,
çengelli iğne vasıtasıyla kaşlarıma tutturup,
"piyırsing" yaptırdım diye milleti keklemeyi bile düşündüm..

Bu hafta 02:00’ den önce hiç yatmadım..
Uykuya dalıncaya kadar geçen zamanı da dikkate alırsak,
02.30’ dan önce hiç uyumadım..
Ve sabahları da hep 06:45 civarı uyandım..

Uykusuzluğum diğer günlerde,
"play station’ ın başından kalkamama sendromu" yüzündendi,
dün gece ise,
Emin Çölaşan ve İ. Melih Gökçek tartışması yüzünden.

Konuyu uzun uzun anlatacak değilim,
zaten hepiniz az çok biliyorsunuz..
İşin özü,
Melih Bey,
birtakım aşağılayıcı üsluplarla,
Emin Çölaşan’ a yıllardır mail atıp duruyormuş..
"televizyona karşıma çık!
Ama çıkamazsın.
Çünkü seni Türkiye’ ye rezil ederim.
Gazetecilik hayatın biter.
Sıkıyorsa köşende tıklasana." vb vb vb iddialar..

Vay efendim,
Emin Çölaşan’ ın servetinin kaynağı neymiş,
bi açıklarsa sokağa çıkamazmış filan.
İnsan da zannediyor ki,
elinde bir belge var,
çıkıp diyecek ki
"sen falanca şirketten, kurumdan, vakıftan vs
para almışsın, avanta, ödenek vs vs. almışsın.
İşte belgesi..
Çıkarın için hareket etmişsin,
haksız kazanç sağlamışsın,
hırsızlık yapmışsın"
Yok!
Böyle bir şey yok..
Elinde belge, bilgi yok..
Sadece "ben şunu duydum,
ben bunu duydum,
kulağıma öyle geldi ki" benzeri suçlamalar..

Emin Çölaşan’ ın zaten bir korkusu olsa,
cesaret edip de oraya çıkamaz.
Adam kendinden o kadar emin ki,
kendi kendini ihbar edip,
devletten bütün hesaplarını incelemelerini istiyor..
Hiçbir şey çıkmıyor..

Zaten gelip geçmiş bunca iktidarla hep uğraşan,
hep kavga eden,hep doğruları göstermek adına
yolsuzlukları - hırsızlıkları belgeyen bir adam olarak,
en ufak bir açığı olsa,
çoktan ortaya çıkarılırdı..
Çıkarılamıyor..
Çünkü yok!!

Biliyorum bazı insanları onun yazdıkları çok rahatsız ediyor,
yolsuzluk yapanlar,
hırsızlar,
hortumcular,
kısacası bir dolu insan ondan hoşlanmıyor!!!
Ama üzgünüm,
Emin Çölaşan yaşadıkça
ve sağlığı el verdikçe,
hep bunları yazacak,
hep bu arenada yer alacak,
kimin hoşlanıp kimin hoşlanmadığını umursamayarak..

Neyse gelelim başka bir konuya..
National Geographic' in
"Anne Karnında" adlı fotoğraf sergisi Kanyon’ da açılmış.
Açılışını Bayındırlık ve İskan Bakanı Faruk Nafiz Özak yapmış
Sergiye; Kadir İnanır, Gani Müjde, Sinem Kobal ve Fatih Aksoy vs. vs katılmış..
Fotoğrafları inceleyen İnanır,
"Benim ebem bizleri dünyaya getirirken bunları biliyor muydu?" demiş..

Hoppala Hasan Dayı??
Bir defa,
fotoğraf sergisini neden "bayındırlık ve iskan" bakanı açıyor??
İlla bir bakan açacaksa,
bunu yapanın Kültür Bakanı olması gerekmez mi??

Bir de açılışta "ebem biliyor muydu" filan ne demek allahaşkına?
Bu nasıl bir üslup?
Demek istiyor ki,
böyle boş işlerle uğraşmayın,
anne karnındaki halimizi filan ne yapacaksınız??
Eskiden bunlar mı vardı,
ne güzel doğup gidiyorduk işte...

***

Pek okumadığım halde,
sadece magazin yazıyor sanarak,
yazılarını atlayıp geçtiğim Özay Şendir,
ana sayfada görüntülenen küçük küçük spotlarla
sayfasına gel gel yapıp,
yazılarının devamında da doyurucu yorumlara imza atmak suretiyle,
okuduğum yazarlar arasına girmeyi başardı.
( bi an cümleden hiç çıkamayacağım zannettim )

Bugün kendisinden ilk alıntımı yapmak istiyorum..
Macaristan’ da bir iç çamaşırı mankeninin,
hükümet sözcüsü olmasıyla dalga geçen milletimize,
şu çok doğru tespitleri doğrultusunda,
çarpıcı bir soru soruyor:

"ortalama siyasetçi portresine bakalım.
plaja haşemayla giden,
bıyıkları ve saçları boyalı,
takım elbise altına beyaz ve türevleri renginde çorap giyen,
sadece ' Hello ' diyerek İngilizce konuşulabildiğini sanan,
kimi iki eşli, kimi tek eşli ve metresli bir grup.
Biz Macarlarla dalga geçiyoruz, peki geçelim...
Peki ya biz Macarların yerinde olsaydık acaba ne olurdu?"


Büyük bir bravo benden..
Kalemine sağlık..

***

Gelelim biraz daha hafif konulara..
Justin Timbelake’ in "What Goes Around" şarkısı çıktığından beri,
sevgilime,
"yaa bu şarkının girişi ve sonunda kullanılan enstrüman,
ne kadar Türk ezgilerini çağrıştırıyor" diyorum..
( ne çalıyorsa artık! )
Kendisi de mütemadiyen benimle dalga geçmek suretiyle,
"afrika çalgısıdır o ya da güney amerika filandır" diyor.
Ama şarkı apaçık bizim tınılarımızı taşıyor..
Ben de kendi kendime "benzio da benzio" diye yırtınmakla yetiniyordum..

Meğer tek benzeten ben değilmişim..
Alemlerin şahı,
gece adamı,
muhterem karakter Onur Baştürk de,
bugün köşesinde aynen şöyle demiş
"Justin Timberlake’in ' What Comes Around ' şarkısının girişi nasıl da Türk ezgileriyle bezeli öyle?"

Ohhhh be..
Tarihe bu not düşüldü nihayetinde..
Koskoca Hürriyet arşivinde dünya durdukça duracak artık inşallah..

***

Son olarak yine benim yıllardır söylediğim
ve sevgilimin "ne kadar önemsiyorsun böyle şeyleri" diye,
beni sindirmeye çalıştığı bir konudan bahsedeceğim..
Şu ana kadar kendisiyle beraber en az 30 tiyatro oyununa,
1 stand-up’a ( ata demirer )
birkaç kere de opera ve baleye gitmişizdir..

Vefalı ve saygılı seyircimiz sağ olsunlar,
bütün bu gösterilerin sonunda,
sahnedekileri ayakta alkışladılar..
Sevgilim de kalktı tabii haliyle,
bir taraftan beni de dürterek..

Her seferinde dedim ki:
Ya kardeşim,
( burada genel anlamda seyirciler kast ediliyor )
sen her oyunu,
gittiğin her konseri,
ne biliyim her stand-up’ ı,
ayakta alkışlayacaksan,
karşına gerçekten mükemmel,
muhteşem bir şey çıktığında ne yapacaksın?

Bence ayakta alkışlamak öyle bir şey olmalı ki,
aktif olarak tiyatroya giden bir insan,
bütün ömrü boyunca en fazla 5 kez filan ayakta alkışlamış olmalı birilerini..
Onları da ömrünce hatırlamalı..

Benim tezim bu..
Sevdiceğin
"amaaan ne fark eder kalk işte" dediği şey bu..
Yıllardır kendimi yalnız hissettiğim konulardan biri bu..

Bugün nihayet,
Hıncal Uluç ( Hınca Luluç okunur! ),
bu konuya parmak basarak,
minik yüreğime bir damla su serpmiştir..

Beğenmediği bir baleden sonra
( Hülya Aksular’ ın İstanbul’ unu yerden yere vurduktan sonra yani )
dediklerini aynen alıntılıyorum:

"Uygar bir ülkede ‘ İstanbul ‘ dakikalarca ıslıklanır,
gösteri de daha o an sahneden kalkardı.
Bizim sanata saygılı (!) halkımız bir de ayakta alkışlamaz mı?.
Alkışı,
hele ayakta alkışı da ucuzlattık.
Seyyar yoğurtçu sahneden geçse,
alkışla ayağa fırlıyoruz..
Bu İstanbul'a ayağa kalkanların,
yarın Bolşoy Kuğu Gölü ile gelse alkışlama hakları,
ya da o alkışların on paralık değeri olur mu?."

Ayakta alkışlamayı ucuzlatma konusunda çok doğrusunuz Hıncal Bey..
Buradan size sevgilerimi iletiyorum,
derin saygılarımla




1 yorum:

Serkan dedi ki...

Gökçek- Çölaşan tartışmasında safını hemen belli etmissin.

Yazını okuyunca şunu düşüdüm. Her modern bayan solcu olmak durumunda mı? Ondan başka birşey bekleyemez miyiz? Çünkü sen kim haklı diye objektif bakmamıssın olaya. Sadece tutuğun taraf belli olduğu için o tarafı haklı çıkarmaya çalışmıssın. Bunu da yadırgamıyorum. Sadece yazıyı okuyunca kendi kendime "Ne bekliyorsun, bu standartta birisi tabi ki Çölaşan'ı tutar. Gökçek'i tutacak değil" dedim kendi kendime. Ama yine de düşündüm böyle üniveriste mezunu, modern ve güzel bir bayan hep bu doğrultuda mıdır acaba? böyle bayanlar nezdinde muhafazakarlığın hiç mi şansı yoktur diye düşündüm. Cevabını tabi ki şimdilik bilemiyorum