27.12.2012

kısa kısa dünya magazin


***MTV'de UK The Official Top 40 listesini izliyorum da,
2012'nin en iyileri var şu an,
Gangham Style 6 numarada?!
bu şarkıdan daha başarılı olmuş 5 şarkı daha mı var yani 2012'de?
şarkıyı seversiniz sevmezsiniz o ayrı,
ama youtube'da 1 milyar tık almış başka şarkı mı var bu yıl Allahaşkına?
sırf bu haftayı baz alıyorlarsa o başka..

*** Bomba bomba.
Britney Spears'ın yıllar önce boşandığı kocasından 2 oğlu var biliyorsunuz.
bugün o zamanki kocası Kevin'ın kardeşi çıkıp,
"Britney kardeşimle evliyken ilişkiye girdik,
çocuğunun babası da benim" demiş!
havar komşular havar!
yahu bu kadının başı skandallardan kurtulmayacak mı?

*** Rihanna kendisini dövüp karakollara düşüren
eski sevgilisi Chris Brown'la barışmış!
Yohannes!
yaf tamam tutkulu aşk,
vazgeçilemeyen sevgili olaylarını ben de severim de,
burda söz konusu olan şey dayak!
sana vurmuş birine nasıl dönersin?
üstelik muhtaç da değilsin.
"siz bizim aramızdakini anlayamazsınız" gibi bir şeyler de demeçlemiş!
böyle aptalca bir şeyi hiçbir zaman hiçbir şekilde anlamak da istemem zaten Rihannacım.
( sesini ve şarkılarını seviyorum hala, orda sorun yok OK? kib bye )

*** Kate Winslet annesine babasına bile haber vermedennn gizlice evlenmişşşş.
bu kaçıncı evliliği oldu sayan var mı ya?
Sam Mendes'ten sonrasını takip edemedim ben.

yerli Gossip Girl'ünüzden şimdilik bu kadar.
(bu arada Gossip Girl de final yapmış ya la?)
---spoiler---

Blair'la Chuck,
Serena'yla Dan evlenmiş sonunda.
Gossip Girl de Dan çıkmış.
"girl" kısmı şaşırtmacaymış.

---spoiler---

xoxo.
hayatgibi.




21.12.2012

schalke çıktı ya la!..


sevgili günlük,

galatasaray'ıma schalke çıktı,
sevindim.
yarın kıyamet kopacak diyorlar
ya da 3 gün karanlık ve sessizlik olacak diyorlar ki
öyle bir şey olursa da çok kafayı sıyıran olur diye tahmin ediyorum.

ben bu senaryolara inanmamakla birlikte,
eğer öyle bir şey olursa diye şunu tarihe not düşmek istedim;
eğer yarın ölürsem aklıma aşkım, canım yeğenim Deniz'im, Arthur bi de Galatasaray'ım gelir,
diğer kimse de çok fazla umrumda olmaz.
son 1 yılda yaşadıklarım söyletiyor bana bunu,
hiç kusuruma bakma günlük.
nankör filan da değilimdir bu arada.
vakit olsa anlatırdım ama ölüyormuşuz be panpa!

ben ne olur ne olmaz diye yılbaşı ağacımızı kurdum ama.
hem de tek başıma!
sevdicek bu işe asla yardım etmez çünkü,
ellerime batıyor çok uzun sürüyor filan diye bir sürü bahane üretir.
ben de başım döne döne 3 saat kadar uğraşıp tek başıma kurdum işte.
hava karardı bunu yaparken.
ben de ağacın ışıklarını yaktım,
digitürk'ün jazz kanalını açtım,
perdeyi aralayıp kara baktım.

belki de dünyadaki son günümdü ve böyle geçti.
kötü bir hayat demezdim ama şu son 20 ay beni bitirdi.

alevlere ateşlere karışmadan
ya da karanlık boşluklara karışmadan
veya acayip güzel ortamlara dalmadan önce,
hepinize elveda.

ben de vardım bu dünyada.



19.12.2012

Galatasaray döndürsün başımı sadece!


merhaba,

hayat hala kötü, zor, hastalıklarla dolu vs.
şu inanılmaz baş dönmesinden kurtulabilmiş değilim mesela.
geçeceği yerde arttı,
aylardır doktor doktor geziyorum ama çok uzun anlatmak istemiyorum sizi sıkmamak adına.

sonuçta vardıkları 3 nokta var doktorların baş dönmesi sebebi ile ilgili:
1-) iç kulakta denge siniri sıkışması sonucu kanal parazisi
2-) boyundaki kasların aşırı spazmı
3-) demir eksikliği

bunlar var elimizde ama sonuç ne derseniz sıfır.
özellikle iç kulakla ilgili olaylarda kullanılan sadece bir ilaç var,
"onu içip bekleyeceksin" den başka bir şey çıkmıyor ağızlarından.

%90 vücudun kendi kendine iyileştirmesi gereken bir problemmiş.
iç kulak müdahale yeri zor bir organ olduğundan,

tespiti tedavisi çok zor,
ellerinden de pek bir şey gelmiyor.
genel olarak vertigo diye geçiştirilen bu hastalığın bir sürü iyileşme hikayesi var

ve 1 ayda düzeldim diyen de gördüm
10 yıldır doktor doktor geziyorum çaresini bulamadım diyen de.
ama benim baş dönmelerim öyle seviyede ki,
tuvalete bile "gerçekten ihtiyacım var mı acaba" diye iyice düşündükten sonra gidiyorum.
o yüzden durumun uzun sürebilecek olması çok moralimi bozuyor.
bir de kafamı da toplayamıyorum hiç.
şu yazdıklarım şu an anlamlı bir bütün oluşturuyor mu onu bile bilmiyorum.
garip unutkanlıklar filan had safhada.
2 gece uykumdan hiç bir şey hatırlamayarak uyandım.
sadece kim olduğumu değil yaşamakla ilgili hiçbir şeyi hatırlamıyordum.
tabula rasa gibi.
bir kaç dakika sonra geçti ama ben çığlık çığlığa evi ayağa kaldırmışım tabi.
kabustur filan deyip geçiştiriyorlar ama bilmiyorum.

bu arada durumum çok kötü olunca acaba nörolojik bir sorun mu var diye korkup MR çektirdiler tekrar.
ben kapalı alan korkum olduğu için açık MR'a giriyordum hep.
bu sefer doktor o tam göstermiyor her şeyi dedi.
kapalı istedi.
hem de hem beyin hem boyun.
ilaçlı bi de.
uzun sürecek yani.
ben çektiremem deyince bayıltıp çektiler.
tekrar anestezi almış oldum.
iyi bi his değil tabi.
zaten başım dönüyordu bir kaç gün iyice leylalaştım.
temiz çıktı her şey çok şükür
ama ben niye kafamı toparlayamıyorum

niye unutkanlıklar yaşıyorum diye hala korkuyorum.
alzheimer filan olsa çıkar mıydı acaba MR'da?
çok korkutucu şeyler yaşıyorum yani bilmiyorum.
buradan sonra kalkıp herşey düzelip benim işe döneceğim günleri filan hiç gözümde canlandıramıyorum. 


kısacası günler kolay ve güzel geçmiyor yani.
bu sebeple bu aralar bana mutluluk veren tek şey Galatasaray'ım.
futbolda zaten fanatiktim,
sürekli evde olunca diğer branşlara da taşıdım işi.
TV açıksa sadece GS TV izliyorum.
bu sayede kadın-erkek voleybol basketbol ne varsa takip ediyorum.
bugün hem kadın voleybol,
hem erkek voleybol,
hem bayan basketbol,
hem de erkek basketbol maçları var mesela.
15:00'te başlayıp 22:00'lere kadar sürecek bir maraton.
artık başımın müsaade edebildiği kadarını izleyeceğim.

özellikle 20:30'daki fb ile oynayacağımız basketbol maçı çok önemli.
bu arada fb demişken pazar günü fena yendik onu da belirtmeden geçmeyeyim.
(ya da felipe melo'dan gelsin: hahahahahahahahahahahahahahahaha :) )
voleybolda 5 gün içinde 2 kez yendik onları zaten.
basketbolda da yenersek son 15-20 gün içinde her dalda dize getirmiş olacağız ezeli rakibi.

bunlar tabii güzel şeyler ama
asıl önemli olan sezon sonunda şampiyon olmak
ve Avrupa'da başarılı olmak.
Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıktık biliyorsunuz
ve yarın yeni rakibimizin belli olacağı kura çekimi yapılacak.

ben de üşenmedim
veeeee evde kendi kendime bir kura çekimi gerçekleştirdim.
evet küçük kağıtlara her iki torbadaki takımların adını yazdım,
kimler kimin grubundan çıktığı için birbiriyle eşleşemez filan onları hesapladım
ve hile hurda olmaksızın bir kura çektim.
sonuçlar aşağıda,
bakalım ne kadarı tutacak yarın çekilecek kurada:

Dortmund - Porto
Manu - Valencia
Bayern - Milan
PSG - Arsenal
Schalke - Real Madrid
Barcelona - Galatasaray
Juventus - Celtic
Malaga - Shakhtar

yaaaaa bize Barcelona çıktı.
sakınan göze çöp batar mı denir ne denir?
ben Malaga veya Schalke çıksın istiyordum halbuki.
neyse umarım istediğim gerçek kurada çıkar.
ama hangi rakip çıkarsa çıksın biz turu atlamak için sonuna kadar uğraşacağız tabii ki.

rakip belli olduktan sonra
- başım çok dönmezse -
rakiple ve neler yapabileceğimizle ilgili detaylı bir analiz yazısı yer alabilir buralarda bir yerde.





3.09.2012

içmeden başım dönüyor dönüyor..


Selamlar herkese.
İç kulak testine girdim.
Yaf ne acayip bi şey öyle o!
Başlangıçta iyiydi aslında.
Karanlık bi ekranda beyaz bi kareyi takip ediyorsun,
tamam güzel.
Ama sonra!
İki gözünü birden kapatan bir gözlük takıyorlar,
önün tamamen karanlık yani,
Ama gözlerini kapatmak yasak.
Karanlıkta gözü açık durmak zorundasın yani.
Sonra da kulağına 30 sn. hava üflüyorlar başın dönecek mi diye.
Offf hem de nasıl dönüyor hele karanlıkta olunca.
Gözlüğün içindeki kameralar yardımıyla göz hareketlerini kayıt ediyorlar,
böylece başın dönüyor mu ne kadar dönüyor anlıyorlar.
Netice olarak sol ventibülerde bilmem ne sola yönelim üstünlüğü filan gibi anlayamadığım şeylerin yazdığı bi raporum oldu.
Kan tahlili de yapılmıştı bu arada,
orada da demir eksikliği çıktı.
Sonuç olarak bi demir ilacı bir de kulak ilacı başlandı.
Tiroid ilacım da vardı zaten.
Midem darmaduman.
Baş dönmem de geçmedi.
Rezalet günler yaşıyorum kısacası.


Bugünlerin özeti bu.
Bir daha hiç düzelmeyecekmişim gibi,
esas olarak ameliyattan kaynaklanan dengesizlikler yaşıyormuşum gibi hissetmem de cabası.
Zırt pırt kafamda uyuşmalar oluyor çünkü,
demir eksikliği-kulak vs bunları yapmaz gibi geliyor.
İkna olmadığım bir teşhisin tedavi sürecinde umutsuzum.
Gelecek diye bir şey artık hiç kalmamış gibi.
Kalmışsa da daha kötü olacakmış gibi herşey.

28.08.2012

BAŞIMIN DERDİ


bahtsız bedevi bendenizin başına yine bi şeyler geldi.
geçen perşembe benim doğumgünümdü.
haftaiçine geldiği için haftasonu yaparız bi şeyler filan diyip,
sadece dışarda bi yemek yedikten sonra eve döndük.
TV izlerken uyuyakalmışız,
lavaboya gitmek için kalkmaya çalıştım,
bi baktım dünya gidiyor!
inanılmaz bir baş dönmesi.
uyuyup uyandım ya ondandır, birazdan geçer dedim.
biraz sonra tekrar kalkmaya çalıştım,
bırakın ayağa kalkmayı doğrulamıyorum.
sevdiceği uyandırdım ben çok kötüyüm diye.
bekledik bekledik geçmiyor!
ben bir de korkudan ağlamaya başladım mı!
beynim gitti kesin felç geçiricem birazdan filan diyorum.
arabaya binip hastahaneye gidecek kadar bile ayağa kalkamıyorum.
doğrulamıyorum.
sonunda ambulans çağırdık.
sedyeyle yata yata götürdüler hastaneye.
nöroloji doktoru vardı nöbetçi.
baktı nörolojik bi şey yok gibi dedi.
iç kulaktaki kristallerin yaptığı bi baş dönmesidir dedi.
biz geçici tedbirler alalım siz bir kulak burun boğaz doktoruna görünün dedi.
serumlar filan ancak eve gidebilecek hale geldim.
saat sabahın 6'sıydı.
ama 3-4 gündür yaşıyor muyum yaşamıyor muyum belli değil,
lavaboya bile korka korka gidiyorum,
her ayağa kalkışım olay,
bazen yatarken bile kötü hissediyorum kendimi.

hastahaneye gittiğimizin ertesi günü sevdicek izin aldı,
sonra da cumartesi-pazardı zaten,
ama dün evde yalnız kalmak zorundaydım!
epey zorlandım.
bugün babamla kulak burun boğazcıya gittik.
pek bir yorum yapmadı doktor,
bir işitme denge testi istedi yarın onu yaptıracağım.
bir de kan filan aldılar işte belki B vitamini eksikliği vs olabilir diye.
yarın yine doktorlardayım yani.
bugünü de nasıl atlattım ne siz sorun ne ben söyleyeyim,
bi yatıyorum bi kalkıyorum.
aslında bilgisayar başında da kötü oluyorum ama biraz yazarsam belki rahatlarım dedim.

gelişmeleri iletirim.

19.08.2012

Gecenin körü


Kendine neden bu kadar zararı olur insanın bilmiyorum.
Ama kendime zararım var bu kesin.
Kendimi severim de aslında.
Ama bu saatlerde her gece uyanık olduğuma göre ben,
yolunda gitmeyen bir şeyler var aramızda.

Hırpalanmamın sebebi ben de değilim aslında ya, neyse.


8.08.2012

Deniz'im

Müjde, müjde!

Güzeller güzeli yeğenim Deniz'im bugün dünyaya geldi.
Aslında 9 Ağustos demişlerdi,
sürpriz yaptı bize bugün geldi.
Hem de annesiyle babasının evlilik yıldönümlerinde.
8. yıl hediyesi!

Öyle tatlı ki.
Öyle güzel ki.
Ameliyathane kapısında bekledim onu,
ama yüzünü görene kadar tahmin edemezdim içime böyle sevgisinin geleceğini.
İnanılmaz bir duygu.

Bir de saçlı maçlı bayağı 40 günlük bebek gibi doğdu yavrum.
Herkes hayran hayran seyretti güzelliğini.
Çok tatlı çok.
Allah isteyen herkese nasip etsin,
en azından benim gibi yeğen sevgisi görmeyi.
Çok mükemmel bir şey şu anda duygularımı ifade edemiyorum yoğunluktan.

Bugün bütün gün yanındaydım,
yarın yine gideceğim ama şu arada geçen kısacık zamanda bile öyle özledim ki.
Keşke hep yanımda olsa.

Güzeller güzelim hoşgeldin.

2.08.2012

kısa kısa..


*** Hazırlık maçında futbolu kasaplık zanneden birileri Semih'imizi sakatlamış.
Sen kendine dikkat et çocuk, senin saçının teline zarar gelince biz burada acı çekiyoruz.

*** febe vaslui ile berabere kalmış.
"haydi bakalım"

*** Kadın voleybol takımımız bugün güzel bir galibiyete imza attı.
Yalnız ölüm grubuna düştüğümüz için işimiz hala zor.
Şimdi bilmeyenler için:
Grupta 6 takım var, 4'ü çıkacak.
ABD ve Brezilya son olimpiyat finalini oynamış 2 takım ve onlar kafadan çıkar bana göre.
Çin de son 7 olimpiyatta 5 madalya almış ekol bir takım.
Ve son 3 olimpiyatta yer almış oyuncular hali hazırda oynamaktalar.
Yani tecrübeleri fazlasıyla var.
Geriye 1 kontenjan kalıyor.
Sırbistan, Kore veya biz gireceğiz bu kontenjana da.
Sırbistan'ı yendik.
Kore'yi de muhakkak yenmemiz lazım.
ABD maçından umudum olmadığı için Kore maçını kazanıp diğer maçların sonuçlarına bakacağız.
(Brezilya' ya yenildik ama 3-2 yenildiğimiz için 1 puan aldık o maçtan.
Sırbistan ve Kore Brezilya' ya 3-0 ve 3-1 gibi skorlarla yenilirse avantajımıza olacak bu.

*** Kadın basketbol takımımızın ABD ile yapacağı maç başlıyor.
İşiniz yoksa izleyin derim, yenilsek bile ilk 2 maçımızı kazandığımız için çok kaybettiğimiz bir şey olmayacağının rahatlığıyla en azından ABD' deki inanılmaz oyuncuları izlemiş olursunuz, ben izlemeye kaçıyorum.

Öpüldünüz!



1.08.2012

Matem


Ülkü Adatepe vefat etmiş.
Tüm Atatürk evlatlarının dolayısıyla benim de kardeşimiz sayılırdı.
Başımız sağolsun.

O büyük insanın yanındadır inşallah şimdi.
Onu çok özlediğimizi anlatıyordur altı yaşının sesiyle.

Işıklar içinde uyur inşallah güzel insan.



son olanlar..


merhabalar herkese.
sık sık gelip kısa kısa yazma kararımı uygulayacağım bundan böyle.

ama arayı kapatmak için önce arada olanlar:
geçtiğimiz günlerde aile sponsorluğunda 1 hafta Bodrum'a gittik.
tatil gibi eğlenceli bir şeyi yaparken bile zorlandım.
önce yolda ağlamaya başladım,
ben bu kadar uzun yola niye çıktım salak gibi,
şimdi nasıl gideceğim o kadar yolu diye.

ilk plan Assos'tu çünkü.
yakındı, gidilebilirdi.
ama ben Bodrum'u özlediğim için ite kaka oraya çevirdim olayı.

yola koyulunca da korktu gözüm.

neyse yastıklarla filan gittim bir şekilde.
ama yazın en sıcak günlerinde gitmişiz,
ortalama sıcaklık 47-48 derece.
güneşe zaten çıkamıyorum da,
20 koruma sürüp gölgede oturduğum halde bayılacak gibi hissediyorum kendimi.
( buna rağmen dönüşte güneş alerjisi olmayı da başardım, duvar beyazı olduğumdan )

bir tarafan da sevdicek 1 yıldır bu izni bekliyor zehir etmeyeyim diyorum.
denize girdiğim dakikalardaki güneşe maruz kalma anları bile başımı döndürüyor.
normalde bir girişte 1 saat denizden çıkmayan ben,
ıslanıp çıkıyorum hemen,
açılamıyorum,
denizde fenalaşırsan ve çok açılmış olursak belki çıkartamam ikimizi birden kıyıya diyo çünkü sevdicek.
ite kaka geçiyor yani denize girmeler.

1 kere tekneye çıktık.
durduğumuz yerlerden birinde 1-2 kez dalıp çıkınca fenalaşır gibi oldum,
teknede sırt üstü yattım bir süre geçti.
döndük.
akşamında yemek yerken bir baş dönmesi başladı,
daha 2 lokma aldığım yemeğimi bırakıp ağlaya zırlaya odaya koştum.

odada sevdiceğe bi ambulans çağır diyorum bi vazgeçiyorum.
hastahaneye gitmek istemiyorum bu bir.
gidersem Ortakent'te Acıbadem açılmış oraya güveniyorum,
ama Türkbükü'nde kalıyoruz,
Ortakent-Türkbükü arası epey bozuk ve virajlı bi 30-40 km yol var.
o haldeyken bana işkence.
ambulansla bile gitsem dayanamam gibi geliyor.

sonunda odaya tost falan söyleyip zar zor onu yiyip uyudum.
sabah 6 gibi uyandım hala başım dönüyordu.
en son 10-11 gibi "eh işte" denecek duruma gelince zar zor devam ettim tatile.

ama her arabaya binişim her denize girişim öncesinde ya da yapacağım herhangi bir şeyden önce hep düşünüp tartmam gerekiyor orada da burada da.
bu haldeyken nasıl çalışıp hayata döneceğim hiç bir fikrim yok.
dönemezsem bu ev de dönmeyecek artık.

daha önce yazmış mıydım bilmiyorum,
yeğen de bekliyoruz şu sıra.
14 ya da 18 Ağustos demiş doktor ama her an gelebilir artık.
inşallah sağlıklı doğar,
inşallah ben de onunla ilgilenirken biraz dertlerimi unuturum diyorum ama bilmiyorum.
bir de benim için kendi teyzem çok önemli.
ben de eğer sağlıklı olursam ve uzun yaşarsam onun hayatında çok önemli olmak istiyorum.

yani büyüdüğünde filan,
ne bileyim diyelim çok kötü bir şey yaptı,
tüm dünya ona sırtını da dönse onu her zaman her haliyle nolursa olsun kolları açık bekleyen,
çatlak ve herşeyini kabul etmeye hazır bi teyzesi olduğunun güvenini hissetsin istiyorum içinde.
yani hep "nolursa olsun teyzem var benim" desin.

doğar doğmaz hissettirmeye çalışacağım içimdeki bu sevgi ve kabullenmeyi ona.
bana çok alışssın,
biraz büyüyüp konuşmaya başlayınca, bir kaç gün bensiz kalsa " teyzeme götürün beni" diye tuttursun istiyorum.
ben ağlardım çünkü teyze teyze diye küçükken.

işte bir yanda saçma sapan hayaller.
bir yanda sağlıkla ilgili haller.

1 yıldan fazla oldu ben hep karanlıkta yürüyorum.


13.05.2012

GALATASARAY ŞAMPİYON!!!!!


ASLANIMIZ CANIMIZ GALATASARAYIMIZ ŞAMPİYONNNNNNNNNN!!!!!

HELAL OLSUN ANANIZIN AK SÜTÜ GİBİ SİZLERE!!!!



HEPİNİZİ ALNINIZDAN ÖPÜYORUM.
CİM BOM BOM SEN EN BÜYÜKSÜN ŞAMPİYON!


20.04.2012

iyi miyim? değilim..


kendimde olmak en çok özlediğim şey.
bunu özleyeceğim bir gün, hiç aklıma gelmezdi.
kendimde değilim hiç ameliyattan beri.
hep bi havada yürür hissi.
hep bi kafayı straforla kaplatmışım duygusu.
sinyaller geç girip çıkıyor kafama duygusu.
kopukluk, boşluk, korku..

bunlarla her zamanki başbaşalığımı yaşarken evde yapayalnız,
6 Nisan günü,
sevdiceğime telefon açtım.
konuşurken konuşurken
-ben sana bir sürpriz yaptım, dedi.
-nası bi sürpriz bu, başım belaya girecek mi?
-yoo hoşuna gidecek.
-neymiş peki.
-söylemem ama şu kadarını diyeyim, 12 Nisan bizim evlilik yıldönümümüz ya, o da haftaiçi oluo ya, o yüzden haftasonundan kutlayalım dedim ben. onunla ilgili bi sürpriz.
-yaaa çatlatma.. napıcaz ki.
-büyük bir şey değil. ama yarın gece evde uyumayacağız.
-nası ya nereye gideceğizz.
-sürpriz. arabaya binelim yola çıkalım söylerim yarın sabah.
-ama olmaz ki yanıma ne alacağım ne giyeceğim vs bilmem lazım...
-söylersem sürpriz olmaz ama. yok yok..

derken söylettim tabi.
planda benim ufak rötuşlarım da oldu.
sonuç olarak biz 7 Nisan sabaha karşı 4'te yol çıkmış Bozcaada'ya doğru ilerliyorduk!
ben hiç gitmemiştim Bozcaada'ya.
o da istediğimi biliyordu.
ama ayranımız yok içmeye durumunda olduğumuzdan hiç umudum yoktu benim bu yıldönümü için.
yemeğe bile çıkmayız diyordum haftaiçine geliyor diye.
fırsat siteleri sağolsun bedavadan biraz pahalıya halletmişiz oteli.
hediyeden filan da vazgeçtik.
2 ay sonra aç da kalsak kutlarız biz yıldönümüzü dedik ve Bozcaada'ya gittik.
neredeyse sıfır uykuyla.
ama değdi.

Bozcaada bu mevsimde öyle şirin öyle güzeldi ki.
hoş ben başka mevsimdeki halini bilmiyorum ama 23 Nisan'dan sonra çok kalabalık oluyormuş adım atacak yer kalacak otel bulunmuyormuş.
romantizm için tam zamanında geldiniz dediler.

henüz çoğu turistik yer açılmamış.
hediyelik eşya dükkanı bile bulamadık çalışan.
restoranların da bir kısmı tadilatdaydı.
methini duyduğumuz Martı da.
biz de o yüzden Yosun diye bir yerde balık yedik.
yanında da Bozcaada'ya özel vasilaki üzümünden yapılmış beyaz şarap içtik.
gündüz Çınaraltı Kahvesi'nde tavla oynamayı ihmal etmedik tabii.
sevdiceği her zamanki gibi yendim.

arabayla adanın irili ufaklı bütün koylarını dolaştık.
hatta bir ara askeri bölgeye ait koya da giriyorduk neredeyse.
son anda nöbet tutan askerle burun buruna gelince kuyruğumuzu kıstırıp döndük.

zaten Cunda'ya tapmış biri olarak Bozcaada'ya bayıldım.
sokakları Rum evleri kalite akan insanları.
Çiçek'te oturup börekle sakızlı kurabiye de yedik merak etmeyin.
Domates reçeli de aldık ( uyarılar üzerine 1 değil 2 kavanoz )
1 gece kalmamıza rağmen adaya has ritüellerin bu kadarını yapabildik.






dönüş yolunda benim yine bu yaşıma kadar yapamadığıma hayıflandığım bir şeyi yapma zamanıydı:
şehitlikleri gezmenin.
yani gitmeden de öyle olacağını biliyordum ama,
gittikten sonra daha iyi anladım,
insan daha anıta bile gelmeden,
o topraklara girdiği anda bir tuhaf oluyor.
enteresan bir saygı içinde arabada konuşup gülüşmek bile ayıp geliyor.
müziği filan kapatıyorsunuz daha oraya varmadan.
yoluna çıkmışsınız çünkü.
yolu bile kutsal.





anıtta durduk ilk.
oradaki temsili mezarları gezdik.
ezbere bilmemize rağmen Çanakkale Şehitleri'ne şiirini bir kere de orada okuduk.






temsili mezarların başında durmuş dua edenler, mezar taşlarını okşayanlar vardı.
orası öyle bir yer ki,
her millete sahip olmanın nasip olmayacağı bir yer.
öyle ruhani bir havası var ki ne söyleseniz ne yorum yapsanız ayıp olacak az kalacak boşboğazlık yapmışsınız gibi görünecek diye düşünüyorsunuz.
çok zor bir mertebeye çok mertçe koşmuş insanların yattığı topraklar.
gözleriniz doluyor kendinize mi onlara mı bilmeden gözyaşı döküyorsunuz.


gidenler bilir,
gitmeyenler için söyleyeyim şehitlik dediğimiz yer öyle tek bir alan değil.
yani müze gezer gibi girdim gördüm çıktım değil.
tüm yarımada boyunca yol üzerinde rastlayacağınız birden fazla anma noktası birden fazla şehitlik var.
biz de duraklaya duraklaya,
anılarına selam dura dura 57. Alay Şehitliği'ne kadar geldik.
orada epey zaman harcadıktan sonra da Conk Bayırı'na,
Atatürk'ün vurulduğu,
hayır, Atatürk'ün Türk Milleti'ne bağışlandığı noktaya kadar.

tabi benim yaptım ettim gittim diye bahsettiğim bu şeyleri yapmam öyle kolay olmuyor.
başımı kaldırıp kitabeleri okuyorum,
sonra başım dönüyor gölgeye kaçıp iyileşmeye çalışıp zar zor yola devam ediyorum.
Bozcaada' da iken de gün içinde 2 kez otele gidip 1'er saatlik dinlenme molaları vermek zorunda kaldım güne devam edebilmek için.

yani hiçbir şey güllük gülistanlık değil.
uğraşıyorum işte.
"ayaktayım bak gezebiliyorum" mesajı vermek istiyorum beynime.
ama en küçük tökezlemenin etkisi de ağır oluyor tabi
"bok geziyorsun bok ayaktasın" şeklinde..

o gün olan tökezlemeler değil de,
geçen haftaki olay koydu.

sinemada şahane misafir'e gittik sevdicekle.
o kadar merak ederek o kadar isteyerek.
ama 10. dakikada çıkmak zorunda kaldım.
çünkü kafam bir tuhaf oldu.
baş dönmesi desem değil bir tuhaf his.
güneş çarpmış da gölgeye kaçmışsın gibi.
o anki tuhaf hal gibi.
algılayamamanın verdiği o his.

fuayedeki koltuklara oturduk ve ben artık o kadar dolmuşum ki oracıkta ağlamaya başladım.
sonrasında uğradığımız markette de,
yolda da,
evde de,
hiç durmadan saatlerce ağladım.
ben hiç düzelemeyecek miyim diye.
ya hep böyle kalırsam?
hani beyin ameliyatlarından sonra bir ağırlık gelir ya bazı insanlara yavaş konuşurlar yavaş yürürler. ben onlardan mı oldum şimdi?
hiç geçmeyecek mi?
ya bir de tekrar ederse?
ilk ameliyatta böyle olduysam ikincisinden ya çıkamam ya da çıkmış halim bitki gibi olur herhalde.

Allahım ben bunları aşıp iyi olacak mıyım?
kendimi tekrar ben gibi hissedebilecek miyim?
tekrar çalışabilecek miyim?

ne olacak bana?
iyi şeyler de olacak mı?

o kadar umutsuzum ki bıraksam kendimi gün 24 saat yanacağım halime.
ama düzeltemiyorum da hiçbir şeyi.
o da yaramıyor bir işe.
en çok delireceğim diye aklımı tamamen yitireceğim diye korkuyorum.
bir de acılar içinde öleceğim diye.

Allahım ne olurdu bunlar bana olmamış olsaydı..
tüm gücümle çabalıyorum hiçbir şey olmamış gibi davranayım diye.
ama etkileri bir türlü geçmiyor bir türlü kendimi sağlıklı hissetmeme izin vermiyor ki bu hastalık.
neye ne kadar nasıl dayanacağım.
çok korkuyorum.

4.04.2012

sis perdesinin ardından..


İçimde artık 2 ses var:
1.'si hiçbir şey olmamış gibi gündelik hayata dönmenin,
hatta belki de vaktimi boşa harcamak gibi görünen sıradan şeyler yapmamın normal olduğunu söylüyor.
2.'si ise kendimi hayatın akışına kaptırmaya çalışmamın aptalca olduğunu,
sonunu bir an olarak değil de bir süreç olarak yaşayan insanlardan olduğumu,
yani artık benim için "son" diye bahsedilecek sürecin başladığını
ve buna uygun çökkün ruh durumunun aslında normal olan olduğunu,
neşenin benden uzak olacağını kabullenmem gerektiğini söylüyor.

Bir bilim kurgu filmi izlerken bir gün
"30 yıl sonra belki böyle bir teknoloji yaygınlaşır
ve hayat süremiz çok uzar" diye düşünürken yakaladım kendimi.
Diğer ses hemen devreye girerek " enin 30 yılın yok. 5 yılın bile yok. Tedaviler ve sahte umutlarla geçireceğin kısa bir zamanın kaldı sadece" dedi.

Kendimi hep kafamda bu 2 sesle cebelleşirken buluyorum.
Günün büyük kısmı 2. sesin hakimiyetinde geçiyor dememe sanırım gerek yok.
Bir de geçtiğini sandığım şeylerin tekrar tekrar geri dönmesi var.
Dün markete gidip gelmek bile benim için çok zor oldu örneğin.
Yine kontrol benden çıkacak gibi hissettim, başım döndü.

Herşey çaba gerektiriyor hala.
Hayat kendiliğindenliğini kaybetti.
Hala içimdeki suçluluk duygusu ve kaybetme korkusuyla sevdiklerimin yanında -mış gibi yapıyorum.
Ama bazen artık onları sevdiğimi bile hissedemiyorum.
Buraya dikkat!
Sevmiyorum değil, sevdiğimi hissedemiyorum.
Sevgi kalbimde bir yerde.
Ve onları kaybedersem çok üzülüp kahrolacağımı biliyorum.
Evet beynim onları sevdiğini biliyor.
Bunu bir "bilgi" olarak hatırlıyor.
ama sevdiklerimiz yanımızdayken içimize yayılmasını beklediğimiz o sıcaklık ve güven duygusu,
"burada olmam gereken yerdeyim" hissi,
bunlar artık bana ait olmayan şeyler.

Güzel olan hiçbir şeyi bir daha gerçekten hissedemeyecekmişim gibi geliyor.
Hep -miş gibi yapacakmışım gibi.
Hep derken lafın gelişi.
Öyle çok uzun zaman buralarda olacakmışım gibi de gelmiyor çoğu zaman.
Çocuğum yok, eserim yok.
Ne kalacak benden sonra?
Sevenlerim de diyemiyorum çünkü onları öyle bunalttım ki son aylarda,
belki hayatlarından çıksam bir ağırlıktan kurtulmuş gibi olacaklar.
Ne bileyim sanki 1 yıl önce aniden bir kazada filan ölseydim cenazemde daha çok ağlayan olurdu.
Şimdi ölürsem sanki üzerlerinde bir bıkkınlık olacak.
"Zaten aylardır onun için yeterince üzüldük ve son zamanlarda bizi fazla zorluyordu" diyecekler.

İnsanın çevresinde ne kadar insan olursa olsun,
hayatını kaybetme tehlikesiyle karşılaştığında tamamen yalnız kalıyorsun.
Hele geceleri.
Hem fiziksel acıların hem de korkuların seni dört yandan sarıyor
ve seni en çok sevenlerin bile uykuya daldığı bir an oluyor.
Sen uyuyamıyorsun.
En çok kendinsin yine düşünen kendini.
Ne annen ne baban ne kardeşin ne eşin.
Herkes bir yolunu buluyor.

Benim cenazemden sonra da böyle olacak diye düşünüyorsun.
Ben daha önce gittiğim cenazelerin dönüşünde ne yaptıysam,
onlar da onu yapacaklar.
Unutmaya çalışacaklar,
iyi olmaya çalışacaklar,
sonunda gülünecek bir şey bulunacak.
Onlar, yani hayatta olanlar "hayat devam ediyor" diyebilecekler.
Sense toprağın altında, buz gibi toprağın altında çürüyor olacaksın.
Senin için artık "devam eden" bir şey olmayacak.
Gülmeler, ağlamalar, buraya yazdığın o kitaplar, filmler,
oyunlar, konserler.
Hepsi yok olacak.
Hiç izlememişssin gibi.
Hiç gitmemişsin gibi.
Bir süre sonra sanki sen hiç olmamışsın gibi olacak.

Hatta birileri senden bahsetmeye çalışırsa susturulacak.
"aman hatırlatma" denilecek.
Çünkü insanların hatırladığında üzüldüğü bir "şey" olacaksın artık sen.
Senin de var olduğun,
insan olduğun,
bir zamanlar nefes alıyor olduğun,
seviyor olduğun,
okuyor olduğun,
buraya bunları yazıyor olduğun unutulacak.

Sen hatırlandığın zaman eskiden seni sevmiş olanlar üzülüyor diye hatırlanması bile yasak olan,
az bahsedilmeye çalışılan üzücü bir olgu olacaksın bundan böyle sadece.
Buna sürüklendiğini hissederek mutlu olmaya çalışmak.
Şu an içinde bulunduğum işte bu.

Ama kendimi gerçek insan gibi hissedebilmek için çabamı bırakmadım hala.
O yüzden buraya günlük hayatımda yaptıklarımı yazmak istiyorum biraz da.
Siz yazdıklarımın arkasında başlangıçta bahsettiğim o 2 sesin kavgasını yaşadığımı bilin.
Ama ben de o ruh halimi tekrarlamayayım her yazımda.
Günlük gibi olsun burası.
Yediğimi içtiğimi gittiğimi anlatayım eskisi gibi biraz da.

Bu haftasonu mesela babamla maça gittim,
hayatımda ilk defa.
Galatasaray-Orduspor maçına.
Bir gece önce başımı yastığa koyarken çok kötüydüm oysa.
Midem bulanıyordu,
gözlerim kararıyordu.
Kalabalıkların arasına girecek,
saatlarce uğultular tezahüratlar vs arasında ayakta dikilecek halim yoktu.

Sabah kalkınca babamı arayıp ben gelemiyorum diyecektim neredeyse.
Ama bana söz vermişti iyileş seni maça götüreceğim diye.
"İyileşmemi" beklerken bir baktık sezonun sahamızdaki son maçı gelmiş.
Yani gitmezsek babam sözünü yerine getirememiş ya da
ben iyileşmemişim gibi olacak.
İkisi de kötü.
Üstelik 40 yılda bir yapıyoruz bu işi diye,
paraya kıymış güzel bir yerden almış biletlerimizi.
VIP Batı Tribünü.
17. sıra.
Bozamadım.
Zorlukla kalktım hazırlandım,
babama da hiçbir şey belli etmedim.
Turnikelerden geçtikten sonra da ben yaşadığım fiziksel arazlara boşverdim zaten.

40.000'e yakın Galatasaraylı ile aynı havayı solumak.
Oradaki enerjinin neredeyse elle tutulur bir şey olduğuna şahit olmak.
Normalde yolda çarpışsan sana dönüp " önüne baksana kardeşim" diye azarlayacak adamla orada çarpışırsan,
sana dönüp önce gözlerinin içine sevgiyle bakıyor.
aynı cephede savaşan askerlermişsiniz de,
sizi ömür boyu bağlayacak bir şeyler varmış gibi aranızda,
gözü belli belirsiz üzerinde Galatasaray renklerinde birşeyler arıyor,
atkını formanı vs gördüğünde ise,
hata sende bile olsa "pardon, önüme bakmamışım özür dilerim" diyor.
O 1 sn.lik paylaşımın içinde öyle şeyler var ki.
Sana baktığında seni değil senin Galatasaraylılığını görüyor.
Bu uğurda diyor kimbilir kaç maç seyretti benim güzel kardeşim,
kaç saatini takımına ayırdı,
kaç kişiyle kavga etti,
kimlere karşı başka hiçbirşeyi savunmayacağı kadar hırsla savundu,
bizim uğruna ömrümüzden çok şey verdiğimiz ortak bir sevdamız var diyor.

Anlatamıyorum bu duyguyu ama her takım taraftarı,
kendi stadına gittiğinde eminim bu duyguyu hisseder.
Fenerbahçelisi de Beşiktaşlısı da Sivaslısı da, hepsi hepsi..
Onlar beni anlamıştır.
Yıllardır görmediğin çok sevdiğin bir akrabanı havaalanında karşılamak gibi o stada giriş anı.
Dostlar arasındayız hissi.
Çok müthiş bir şey!

Sevdicek maça gitmeden önce
"evden izlemek çok daha rahat,
bir kere git bir daha gitmek istemezsin,
gürültü o, şu ,bu ..... " diye korkutmuştu biraz beni.
Ama şimdi ben her maçımızı yerinden izlemek istiyorum.

Yerimizin sahaya çok yakın olması da bunda etkili oldu tabii.
Teknik direktörlerin kulübelerinin bulunduğu,
futbolcuların sahaya çıkış yaptığı kapıların olduğu taraftaydık bir de.
Fatih Teirm filan sürekli önümüzdeydi.
18:00 gibi oturduk yerlerimize.
Ama öncesinde yeni açılan GS Store' u gezmiştik tabii.
Aşırı kalabalıktan çok alışveriş yapamadık.
Sadece bir atkı aldım ben.
Bir de yeşil bir fon önünde fotoğraf çektirme olayını yaptım.
Oarada çektirdiğiniz resmi istediğiniz bir fonun üzerine ekliyor,
ama bu işi oldukça doğal gösteriyorlar.
Sanki gerçekten oradaymışsınız gibi oluyor.
Ben BJK maçındaki 3 boyutlu tribün show önünde konumlanmayı seçtim.
Resmimi kaptığım gibi de doğru stada..

Önce Galatasaray Efsanelerini Anıyor kapsamında Uğur Köken çıktı sahaya.
Kupa kaldırdı,
taraftarı selamladı,
alkışlandı.
Futbolcular ısınmaya çıktı sonra.
Hepsi teker teker tribünlere çağrılıp alkışlandı.
Derken maçımız başladı,
ilk golü erken bulunca rahatladık,
tezahüratlarla kutlamalarla süper bir tribün deneyimi yaşadık.
İkinci yarı bir gol daha bulup maçı 2-0 aldık.
Kimbilir belki de uğurlu gelmişimdir Galatasarayıma..

Küfür falan da yoktu 90 dakika boyunca.
Yalnız maçtan önce polislere bir tepki oldu bayan basketbol maçında yaşananlar dolayısıyla.
Onun dışında hep mutlu ve olumlu bir hava vardı taraftar arasında.

Böylelikle karamsarlığa kısa bir mola oldu Galatasray hayatımda.
Umarım kendimi kötü hissetmediğim,
başımın dönmediği,
uzaklara bakarken gözümün kararmadığı başka maçlar izlemek nasip olur bana.