30.08.2010

Bodrum'da bir çok şey..


merhaba canlarım,
sizleri çok özledim.

yazmaya yazmaya içimde bir çok şey birikti.
hepsini yavaş yavaş satırlara dökmeye çalışacağım.
ama ilk sıra Bodrum tatilimin!
Evvvet 07 Ağustos-14 Ağustos tarihleri arasında tatile çıkabildim!
sevdiceğin iş takvimi dolayısıyla defalarca ertelemeler,
acaba gidebilecek miyiz diye dertlenmelerle geçen günlerden sonra,
izinlerimizi denkleştirebildik.
defalarca " bu sene başka yere gidelim. Kaş mesela? Yok yok Ayvalık. En iyisi Bozcaada " diye sayıklamalarımıza rağmen,
sonuç olarak yine Bodrum' a gittik.

ben ilk kez 1990 yılında gitmiştim Bodrum' a.
bu yıl tam 20 sene olmuş.
8 yaşındaydım, 28 yaşıma gelmişim.
annemlerin ilk ziyareti ise 1979 yılında olduğu için,
ablamla ikimizin Bodrum'u ilk kez görüp hayran kaldığımız 1990 yılında bile bize:
-
Ahhh ahh siz esas Bodrum'un eski halerini görecektiniz,
tiradları çekerlerdi.
eh ben de şimdi 20 yıllık oldum ve Bodrum'un yeni halini beğenmemeyi ihmal etmiyorum.
her gördüğüm " Bodrum çömezi " ne " ayy Bodrum çok bozuldu şekerim " diyorum.
ama yine de dönüp dolaşıp hemen her yaz soluğu orada alıyorum.
sevdicek de sayemde son 3 yazdır bu ritüele katıldı.
aslında giderken mırın kırın ediyor,
ama sonuçta her gittiğimizde biz Bodrum'da yine iyi vakit geçiriyoruz,
sebebini ise şuna balıyoruz:
Bodrum'da her hayat tarzına uygun tatil var.

kimilerinin zannettiği gibi sadece eller havaya mekanların olduğu,
gündüzleri beach clubların,
geceleri sosyetik barların çılgın danslar ve müziklerle dolup taştığı bir yer değil.
tabii bunlar var.
ama sadece kafasını dinlemek isteyenlerin doğa-güneş ve balıklarla başbaşa,
sessiz mi ıssız bir tatil geçirebilecekleri cennet köşeleri de var.

tekne tatili de yapabilirsiniz Bodrum'da,
5 yıldızlı otelde aile saadeti de yaşayabilirsiniz,
lüx butik oteller de var,
4-5 öğrenci toplanıp 1 gecesini acaip ucuza kapatabileceğiniz pansiyonlar da.
hatta Bodrum'da köy hayatını seçmek ve yaşamak da mümkün.

bilmeyenler için söylüyorum,
Bodrum aslında oldukça büyük sayılabilecek bir yarımada.
ve bu çevrede birbirine 20-30 km uzaklıkta küçük-küçük yerleşim birimleri var.
İstanbul istikametinden Bodrum merkeze gelmeden Güvercinlik ve Torba var mesela.
7 km ilerde Bodrum merkez,
hemen 1 km ötesinde Gümbet,
5-6 km geçince Bitez,
ve ilerleyen kilometrelerde Ortaklar, Akyarlar, Turgutreis,
Gümüşlük,
Yalıkavak,
Gündoğan,
Türkbükü vs vs..
hepsi ayrı ayrı güzeller ve farklı lezzetteler.
bu yüzden Bodrum' a tu kaka demek
ve ondan vazgeçmek kolay olmuyor.

biz bu sene Turgutreis'te kalmayı tercih ettik.
ama sebebi fiyatının uygun olmasından başka bir şey değildi,
çünkü dediğim gibi Bodrum'da otelinizin hangi lokasyonda olduğu çok önemli olmaz.

şunu söyleyeyim,
Bodrum pek "herşey dahil" bir otele kapanıp,
tüm günü otel aktiviteleriyle geçirmek isteyenler için değildir.
çünkü yukarıda bahsetiğim küçük küçük yerleşimleri, koyları, plajları gezmek, her gün farklı bir noktasını ziyaret etmek güzeldir.
zamanında annemlerle tatile gittiğimizde,

5 yıldızlı otellere ne paralar verip,
yine denize girmeye sağa sola kaçtığımızı,
yemekleri farklı yerlerde yemekten hoşlandığımız için,
o dağ gibi açık büfeleri otelde boynu bükük bıraktığımızı bilirim.
ama artık onlar da akıllandılar,
Bodrum' a gittiklerinde butik otellerde kalıyorlar,
lüx tesiste kalmak isterlerse bu haklarını Antalya tarafında kullanıyorlar.
(ki bence de özellikle çocuklu aileler için en mantıklısı bu )

neyse sonuç olarak 7 ağustos sabahı
-tam olarak "sabahı" çünkü saat 05:00'te kalktık,
ben ancak hazırlanıp çıkabiliyorum da-
neşe içinde kalktık.
düşünsenize 1 yıldan fazla zamandır beklediğimiz yıllık iznimize başlamıştık.
üstelik bu yıl ev arama, taşınma vs gibi fiziksel olarak yorucu aktivitelerle de doluydu
ve hem beyinlerimiz hem bedenlerimiz bu tatili fazlasıyla istiyordu.

sevdicekle ikimize ait bi arabayla -toruk macto- ilk kez uzun yol yapacaktık,
heyecanlıydık.
önce İDO'ya atladık,
Bursa'ya hoop 1,5 saat içinde zıpladık.
sonra -aslında daha erken olmasına rağmen- Susurluk'ta mola verdik.
çünkü benim için sadece Bodrum' a gitmek değil,
giderken Susurluk'da durup, mutlaka ayran içip tost yemek de bir ritüeldi.
( sevdiceğe acımayın, inanın o da bu ritüellerden mutlu! )

sonra Selçuk civarına varana kadar tekrar durmadık.
burada ikinci bir mola verdikten sonra,
akşamüstü otelimizde ulaştık!

ahhh Bodrum ahhhh Bodrum'um nasıl özlemişim!
ama nasıl da yol yorgunuyum..
canım bir şey yapmak istemiyor.
ilk akşamı Turgutreis'de geçirmeye karar verdik.
ancak yemek yiyecek kadar mecalimiz vardı.
zaten sevdicek gece hayatından pek hoşlanmadığından
- yoz ve dejenere buluomuş, biraz paşadır kendisi -
bizim gece gezmelerimiz pek o kadar hareketli geçmedi.

neyss..
o akşam Turgutreis'de daha önceden methini duyduğumuz Fatma Bacı'da bir şeyler yedik.
ama öyle abartılacak bir lezzet göremedik.
sonra da odamıza dönüp uykunun yumuşak kollarına yuvarlanıverdik.

sabah kalkıp bu yaz ilk kez denize ve güneşe kavuşacak olmanın minik minik kalp çarpıntılarıyla,
Meteor Beach' e gittik.
öyle çok ahım şahım bir yer değil ama denizi güzel, sessiz sakin.
akşama kadar kafalarımızı ve vücutlarımızı dinlendirdik.
gece olunca da Türkbükü'ne gittik.
23.59 yasağından sonra müziği kısma kuralına uymayan işletmelere kesilen ceza yüzünden,
etraf pek sessiz ve durgundu.
biz de yalnızca yemek yedik ve bir kaç tur atıp etrafı gözlemledik.
Türkbükü'nün ilgniç bir yapısı var,
sahilin ortalarında bir yerde,

aslında köprü bile diyemeyeceğimiz küçük bir köprücük var.
bu köprücük ne hikmetse sosyal sınıfları ayrıştırma görevi de görüyor.
ilk etapta kim nasıl karar verdi bu ayrışmaya bilmiyorum,
ama köprünün iki yakası iki farklı dünya gibi.
köprünün diğer tarafı da çok ucuz sayılmaz,

ama fiyatları Bodrum geneline yakın,
makul güzel yerler var.
köprüyü geçtiğinizde ise über pahalı süpersonik mekanlarla karşılaşıyorsunuz.
ve olayın ilginç tarafı fiyatların nispeten uygun olduğu kısım sinek avlarken,
pahalı olan kısımda rezervasyonsuz yer bulunmuyor!
işte yurdum paradoksu.
biz Türkbükü'nden ayrılırken 3-5 bebe " ayy kıvanç tatlıtuğ buradaymışşş " diye ellerinde kameralarla arkamızda bir yerlere doğru koşuyordu.
Allah akıl fikir versin!

ertesi gün Ortakent'te Dedeman Scala Beach'e gittik.
bence Bodrum'daki en güzel beach burası.
konforlu ama sonradan görmelerle dolu değil,
fiyatlar da gayet normal.

kocaman pofuduk minderin üzerine kah iskelede kah çimenlik alanda serilebiliyor,
kocaman hamaklarında sallanabiliyorsunuz.
denizi de çok temiz ve hemen iskelenin üzerinde duş var.
adımlarca yürümeden,

denizden çıkar çıkmaz tuzlarınızdan arınıp,
minderinize tekrar gömülebiliyorsunuz.
geniş bir arazi-deniz-çimen-kum-yemek!
müzik de var ama huzur içinde kitap okumayı engelleyecek kadar değil.
kısacası burada güzel bir gün geçirebiliyorsunuz.

akşam olunca benim ritüellerimden birini daha gerçekleştirmek için Bodrum'un merkezine,
Sultanahmet Köftecisi'ne gittik.
bu mekanın öyle ahım şahım bi olayı yok ama
senelerdir gide-gele içimde bi sevgi oluşmuş işte.
oraya gidip deniz kenarındaki masalarda yemek yemezsem Bodrum'a gitmiş gibi olmuyorum.
yemeğimi de asla değiştirmem:
-hava ne kadar sıcak olursa olsun nefis domates çorbası
-sultanahmet köftesi
-dondurmalı irmik helvası


bunları belki normalde dışarda yemem,
dışarı çıkmışken bilmem ne sosunda marine edilmiş bilmem ne eti vs yemeyi daha çok severim,
yani farklı gurme lezzetler denerim.
ama Sultanahmet Köftecisi'nin olayı bu işte.
basit yemekleri nefis bi şekilde pişirdikleri için,
ya da bana lezzetli geldiği için,
afiyetle mideme indirmekten bıkmıyorum.
(yalnız 2 köfte bi çorbayı amma övdüm.
belki bu bloğu okuyup övgülerimi takdir ederler.
Amin! )


yemekten sonra biraz turlayıp 12:00 gibi Fink' e gittik.
bu da benim için ritüel gibi bi şey.
(offf kaç etti di mi )
burası açıldığından beri hemen hemen her sene girmişimdir herhalde.
sevdicek bu tarz ortamları tabii ki pek sevmiyor,
kızların kendini göstermeye,

erkeklerin de kız bulmaya geldiği mekanlar olarak niteliyor.
benim hatrıma sadece yanımda dikiliyor,
ben de votka portakalları hüpletip dans ediyorum işte.
zaten Bodrum'da içip zıplamak için bana göre gidilebilecek 3 yer var:
Vittoria, Fink, Cuba.
bunların arasında bana göre en iyisi Fink.
çünkü kocaman bir kapısı ve bu kapıda koruma değil korumalar ordusu var.
sadece " damsız almıyoruz " kuralı geçmiyor,
bu koruma ordusunun sizin tipinizi de beğenmesi gerekiyor.
geçemeyenler tabi biraz bozuluyor ama yaptıkları bu kontrol bence faydalı,
çünkü bunu ihmal eden mekanlar apaçilerden geçilmiyor.
özellikle artık adımımızı bile atmadığımız Gümbet!
tek kelimeyle berbat bir yer.
zaten kum ve sığ olduğu için denizini sevmem.
akşamları barlardaki durum ise şöyle oluyor:
dünyadan habersiz görünen, genç güzel ve saf turistler,
ve bunların arasında İsmail YK figürleri yapan, masaların üzerine çıkmış apaçiler.
bu manzaraya zaten ben de dayanamıyorum da,
sevdicek bu gibi yerlerin önünde fazla dikilsem bile elimi tuttuğu gibi beni uzaklara sürüklüyor.
ama görmeniz lazım,
gerçekten feci bi şiy!

sözün özü o geceyi Fink'te geçirdik
ve ertesi gün yine vazgeçilmezlerim arasında yer alan bir aktivite gerçekleştirdik:
tekne gezisine gittik.
Bodrum'a eğer hayatınız boyunca 1 kere gidecekseniz,
o tatilin en az 1 gününü mutlaka tekne turuna ayırmalısınız derim ben.
çünkü koylar gerçekten eşsiz güzellikte.
hoş, artık fazla müşteri almak adına bu turların suyunu çıkardılar,
yemek zamanı bir masaya yanyana 3 çift filan oturmak zorunda kalıyorsunuz,
ama gittiğiniz yerler güzel işte!
teknedeki kalabalığı çok takmazsanız deniz-güneş-doğa ile dopdolu bir gün geçirebiliyorsunuz.
ara sıra rotayı değiştiriyorlar ama biz o gün:
akvaryum-kızılburun-tavşan koyu-meteor çukuru ve adını unuttum bir yerde daha( :) ) demirledik.
bol bol yüzdüm, daldım, şnorkelle derinlere baktım.
rüzgardan dolayı Poyraz'a uğrayamamış olmanın üzüntüsünü duysam da,
maviye doyduğumuz bir gün geçirdim.

akşamki programımız Gümüşlük'tü.
Gümüşlük için söyleyebileceğim tek şey şu: kelimeler kifayetsiz.
o kadar güzel, küçük, şirin bir doğal liman ki,
o huzur dolu havasına,
denizden yürüyerek gidebildiğiniz hemen dibindeki Tavşan Adası'na,
güneşin batışına ne desem bilemiyorum.
hani yukarıda
" Bodrum'a eğer hayatınız boyunca 1 kere gidecekseniz,
o tatilin en az 1 gününü mutlaka tekne turuna ayırmalısınız "
demiştim ya,
eğer hayatınız boyunca hiiiiç Bodrum' a gitmeyi düşünmüyorsanız bile,
kendi kendinize bir karar alın

ve 2-3 günlüğüne de olsa Gümüşlük'te kalın.
o duyguyu yaşayın.

huzurlu, buğulu, sukünet içinde bir Gümüşlük akşamı geçirdikten,
dönüşte de kendimize nefis cevizli-zencefilli kurabiyelerden aldıktan sonra,
ertesi gün nerede denize gireceğimizle ilgili plan yapmadığımızı fark ettik.
ve sabah uyandığımızda ise şuna karar verdik,
arabaya atlayıp bi yerlere doğru gidecektik,
beğendiğimizi düşündüğümüz yerde de denize girecektik.
epey gitmişiz ki Gündoğan taraflarına geldiğimizi fark ettik.
ve hemen Gündoğan'ın yakınındaki Küçükbük diye bir yerde günümüzü geçirmeye karar verdik.
nefis otlu peynirli gözlemeler eşliğinde,
Bodrum geneline göre inanılmaz sıcak bir suya sahip olan bu minik koyda zaman geçirdik.

akşam olduğunda ben biraz isyan eder haldeydim.
Bodrum merkeze gitmiştik ve boş boş geziyorduk.
ben:
" akşamları hiç bi şey yapmıyoruz,bir tek Fink' e gittik,
yemek sonrası dondurma yiyip boncukçu gezmekten fenalık geldi"
diye diye sevdiceğin başının etini yemekteydim.
sevdicek de kendi kriterlerine göre bir yer bulamadığından,
canlı müzik dinlemekten hoşlandığından filan bahsedip duruyordu.
bu arada Mavi'nin ve Veli'nin,
yani Bodrum'un kaliteli canlı müzik olan mekanlarının önünden geçmiştik
ama mevcut yaş ortalaması 50+ olduğu için oralara da girmek istememiştik.
amaçsızca marinanın sonuna doğru yürüyorduk ve ben artık sinirleniyordum.
sevdiceğe " hadi nereye gitmek istiyorsan söyle " diye sormaktan bıkmıştım ki,
aklıma bir şey geldi.
taaaa marinanın en sonunda olduğu için bizim pek gitmediğimiz
ama annemlerden ve aslında herkesten methini duyduğum Marina Yacht Club vardı.
" orada canlı müzik oluodu,
buraya kadar yürümüşken bi bakalım bari "
dedim.
kapıya kadar geldik ki mekanın kapısında Maserati yazıyor.
ve içerisi inanılmaz tiky ve pahalı görünüyor.
sevdicek biraz ürktü,
tatil için ayırdığımız tüm parayı burada bırakmayalım istersen filan demeye başladı.
ben kapının yanına astıkları program listesini incelemeye başladım,
ve o tatlı gerçeği gördüm!
o akşam orada hep dinlemek istediğim muhteşem insanlar: İstanbul Gelişim çalıyordu.
Asım Ekren, Neco, Garo Mafyan, Atilla Özdemiroğlu, Mert Ekren o anda bi adım ötemizde aynı sahneyi paylaşıyordu.
hemen içeri giriyoruz dedim,
ödeyeceğimiz hesap ya da rezervasyonumuz olmaması umrumda değildi,
kapının önünde dikilebilir,
merdivenlere filan tüneyebilirdim.
kalabalığın içine gözü kara şekilde daldık.
yolun ortasında durduğumuz için bize çarpan garsonlara yer sorduk ama tabii ki tüm masalar doluydu,
yine de eğer istersek barda durabileceğimizi söylediler.
bar da haliyle doluydu ama kenar-kıyı bir yer bulup yerleştik.
benim taburem vardı,
sevdiceğin taburesi dahi yoktu ama sahnede inanılmaz eğlenceli şeyler oluyordu
ve ikimiz de çıkmaya niyetli değildik.
korka korka barmenden ilk içkilerimizi istedik ama o da ne?
fiyatlar hiç düşündüğümüz gibi değildi,
hatta normalden ucuz bile sayılabilirdi.
Fink'te ilk içkiye 25 TL alırlarken,

burada votka portakala sadece 17,5 TL ödedik.
yani 2 kişi buraya gelip 100 TL bile vermeden bu muhteşem insanları canlı canlı izleyebildik!
aslında bunu yazmasam mı diye çok düşündüm çünkü zaten çok kalabalık
ve böyle güzel bir mekanda böyle kaliteli bir müziğin ve eğlencenin tadının bu kadar ucuza çıkarılabileceğini bir kere de ben duyurmak istemedim,
(malum çok takipçim var)
ama dayanamadım ve siz sevgili okurlarımı da haberdar etmek istedim.
benim gibi senelerce Bodrum'a gidip de bu güzel mekana uğramazlık yapmayın.
bizim dönmemiz gerekiyordu ama pazar-pazartesi akşamları da Fatih Erkoç çıkıyormuş,
siz onu da kaçırmayın.
(dedikodu: bu arada o akşam ki izleyiciler arasında Oktay Kaynarca,
Gülriz Sururi ve Engin Cezzar da vardı )

İstanbul Gelişim sahnede inanılmaz bir performans sergiledi,
jazz da söyledi pop da, samba da.
beggin bile çalındı.
çok çok eğlendik ve spontane gelişen bu gece için şansımıza şükrettik.
herhalde planlasak böyle eğlenemezdik.

güzel tatlı bir yorgunluk içinde otelimize gittik.
ertesi gün yine geçen gittiğimizde bayıldığımız Scala'ya,
akşam da " buraya bu sene bir kerecik gelsek ayıp olurdu " dediğimiz Gümüşlüğümüz'e gittik.
balığımızı -levrek-, dondurmamızı yedik.
Jazz Cafe'de Birsen Tezer çıkıyordu,
orada oturmak istedik ama yer yoktu,
sadece önünden 2 kez geçmekle yetindik.
el yapımı hediyelik eşyalardan da ufak tefek bir şeyler aldıktan sonra,
otelimize gittik.

son günümüzde de artık sağa sola koşturup yorulmak istemediğimiz için Turgutreis'te kaldık.
hem gündüz denize buradan girdik hem de akşamı burada geçirdik.
yaptığımız tek aktivite yemek sonrası yeni açılan Kahve Dünyası'na gitmekdi.
(Turgutreis'e gidecekseniz D-Marin'i ve Kahve Dünyası'nı tavsiye ederim.)

böylece Bodrum tatilimizi bitirdik
ve ertesi gün dönüş yollarına döküldük.

şimdilik bu kadarı yeterli.
ama dönüşümüz ilerde başka bir yazıya konu olabilecek gibi.

hepinizi kucaklayıp huzurdan çekiliyorum şimdi..