13.09.2009

arama ve yıpranma çalışmaları...


yine uzun bir ara yine ben diye özetleyebiliriz durumu ama
gerçekler pek de öyle değil aslında.
ciddi anlamda koşturuyor,
yıpranıyor ve devamlı bir şeylerle uğraşıyordum sevgili okur!

takip edenler anlamıştır.
biz öyle pek zengin insanlar değiliz.
( biz: sevdicek ve ben )
elimize geçen 3 kuruş parayı çatur çutur yemeyi de çok iyi biliriz.
gerektiğinde farklı renk ve ebattaki çeşit çeşit kredi kartlarımızdan " destek " istemekten de çekinmeyiz.
bu " biriktirememe " ve devamlı gereksiz harcama yapmalarımızdan mütevellit
ayrıca Atatürk’ ün dediği gibi " harcamalarımız çok olduğundan değil ancak gelir pek kısıtlı bulunduğundan "
maaşlarımıza bakıp bakıp " napıcaz şimdi biz " çekmişliğimiz çoktur.
bu üzüntümüzü unutmak için hemen dışarıdan bi yemek ısmarlayıp yeriz o ayrı!

sevdicek de dahil olmakla birlikte,
özellikle bendenizin böyle ufak harcamalarla bütün parayı bitirmeye müsait bir yapısı olmasından dolayı,
Allah Allah 2 yemek yedik 2 sinemaya gittik para bitti şeklinde aymaz cümleler ağzımızdan sıklıkla duyulabilir.
bu yüzden de hala kiracıyız.
hala derken, evet aslında sadece 1,5 yıllık evliyiz ama işte sonuçta " kiradayız "

sevdicek bu durumdan sık sık şikayet eder
ve " aşkım bu kadar para vereceğimize kiraya, üstüne bi 300-500 lira ekleyip mortgage olayına filan girsek ya " diye beni ayartmaya çalışırdı
fakat benim özgür ruhum kati suretle böyle bir zincirlenmeyi kabul etmez,
" ben deliyim, yarın kalkar istifa ederim, kalkar Ege’ ye yerleşirim, kirada olmak mobiliteyi arttırır,
kafan kızınca basar gidersin, ama bilmem kaç bin TL’ lik bi banka borcun varsa biraz zor gidersin "
diyerek ondan gelecek atakları savuştururdum.

ancak bu iş böyle gitmeyecekti canım okur.
gitmemeliydi.
kiraya verdiğimiz para az değildi ve bize göre mütemadiyen çöpe gitmekteydi.
bir ay çalışıp kazandığın paranın neredeyse yarısını gidip yabancı bir adamın eline tıkır tıkır saymak kolay değildi.
ben bu düşünceler arasında bocalarken,
önce kredi faizlerinin düşmesi,
sonra da ablamın ev alması ve bizi de ev almamız için sürekli teşvik etmesi bu konuyla ilgili bakış açımı tamamen değiştirdi.

kendi kendime,
belki biz de ödeyebiliriz dedim.
hem kalkıp gitmek istersek yine gideriz,
buradaki evi de kiraya veririz dedim
( bkz. doğmamış çocuğa don biçmek )

ve hummalı bir ev arayışına girdim.
önce Şişli sonra karşı tarafın gündeme gelmesiyle beraber,

İstanbul' un türlü semtlerinde bir sürü ev gezdim.
internetten belki binlercesini inceledim ama heyhat.
uğraşa uğraşa ancak ülkemizde evlerin çok pahalı olduğu bilgisini edinebildim.

yaşamak istediğiniz semtin yaşanabilecek gibi olan yerlerinde çok pahalı,
bodrum katı, yarı zemin, çatı katı yerlerinde biraz daha az pahalı,
ancak dış mahalleleri ve otoban kenarı vs benzeri muhitlerinde normal pahalı evler bulunabileceğini öğrendim.
( ucuz evler ise görülebileceği gibi İstanbul’ da yok. )

neyse günlerin gecelerin sonunda nihayet hem yerini hem içini beğendiğim bir ev bulabilmiştim.
Acıbadem’ in güzel bir sokağında,
3+1 ve içi sıfırlanmış bir daireyi kendi ödeyebileceğim sınırlar dahilinde alabilecektim.
evin tek kötülüğü en üst kat olmasıydı ama ne olabilirdi ki yani,
evi satan adamın dediğine göre çatı daha yeni 8.500 TL’ ye yenilenmişti.
istediğimiz çatıcıyı getirip baktırabilirdik.
yani hemen hemen her şey bitmişti.
artık krediye filan başvuracaktık ki aklımıza son adım olarak tapudan evi araştırmak geldi.
kat mülkiyetli filan olan muhteşem dairemizin projelerine bir baktık ki, ne görelim.
apartmanın o bölümü aslında sadece bir " müşterek çamaşırhaneden " ibaretti!
evet, gerçekte minicik bir bölüm olarak düşünülen çatı katı genişletilmiş,
teraslar falan kapatılmış,
içi de allanıp pullanarak 120 m2’lik güzel(!) bir daire haline getirilmişti.
ve neredeyse bize kakalanmak üzereydi!

kısacası son anda uçurumun kenarından döndük.
hoş zaten o eve kredi filan çıkmazdı ama banka ekspertiz raporunu sununcaya kadar günlerce bekleyecektik
ve kredi çıkmasa bile bankaya belli bir ekspertiz ücretini ( yk 500 TL ) takdim edecektik.
harcadığımız zaman ve para midemize bir taş gibi oturacaktı ve elde sıfırla kalacaktık.

şimdi ne oldu?
yine elimizde sıfırla kalakaldık çünkü istediğimiz muhitlerde uygun fiyatlı başka bir daire henüz bulamadık.
internet emlakçılar filan ilan kaynıyor ama biz bir türlü " budur " diyemiyoruz.
anlayacağınız uğraşıyoruz,
haftasonlarını sokak sokak gezmekle geçiriyoruz,
birbirimize beğendirmeye çalıştığımız evler yüzünden sürekli kavga ediyoruz
dolayısıyla huzursuzuz ve yorgunuz.

" kolay değil, ev alacaksınız, öyle hemen olmaz bu işler " diyenler eşliğinde işi biraz rölantiye aldık.
yağmurlar da hevesimi iyice kırdı zaten.
kış iyiden iyiye başlarsa ( ki bu benim için havanın sadece birkaç derece daha soğuması demek )
bu işi bir dahaki yıla bile bırakabilirim.
o zamana kadar da bu işten iyice soğumuş olabilirim.
ya da bu kadar uzun sürede işimi filan kaybedip hiç ödeme yapamayacak hale gelebilirim.

dün gece bu düşüncelerle kendimi üzüntüden üzüntüye sürükledim.
ve kendime hayatım boyunca bir ev alamayacağımı,
çünkü bunun için yeterli inanç ve sabır duygusuna sahip olmadığımı söyledim.
kendi kendime ruhumu kötüledim.
kısacası mutsuz oldum ve bu işe biraz ara verdim diyelim.

ama tabii ki bu süre içinde tüm bu olaylar oluyor diye sinema zevkimden tamamen vazgeçmedim.
üzerlerinden epey geçti ama benim ancak bahsedebileceğim 2 filmi sinemada izlemeyi başarabildim:
Kızkardeşimin Hikayesi ve Soysuzlar Çetesi.

genel anlamda bakarsak,
kanserli bir kızın ve onun ailesinin bu müthiş zor hastalıkla savaşta yaşadıklarının konu alındığı bir film olarak niteleyebileceğimiz Kızkardeşimin Hikayesi için ben ancak “ bitirici “ diyebilirim.
ve kalbi zayıf olanların,
çocuğu veya kardeşi ölümcül hasta olanların asla seyretmemesi gerektiğini söyleyebilirim.
ben filmlerde kolay kolay ağlayabilen biri olmadığım için gözyaşı dökmedim ama
tüm salonun filmden resmen mahvolarak çıktığına şahitlik ettim.

Soysuzlar Çetesi ise benim için yine yalnızca çok büyük bir tatminden ibaretti diyebilirim.
bir Tarantino filmi izlemeye gittim.
izledim.
işte sinema budur dedim ve geldim.
o yüzden filmin zaten şimdiye kadar kesin duymuş olduğunuz konusundan bahsetmeyeceğim.
Pulp Fiction, Kill Bill gibi filmleriyle karşılaştırarak,
" şu daha iyiydi, bu daha kötüydü " çıkarsaması yapmaya çalışma aymazlığına da düşmeyeceğim.
sadece anlayabilecek olanlar gitsin ve seyretsin demekle yetineceğim.

ve huzurlarınızdan çekileceğim.