26.05.2010

20 günlük fırtına..



evet bir süredir yazamıyorum
ama gündemin hızına yetişmek zaten pek mümkün değil,
sen de kabul et ey okuyucu!

şu an yaşamış-atlatmış bulunduklarımız,
bundan 20 gün önce hanginizin aklındaydı?
eminim uydurmaya kalksak, hiçbirimiz bu kadarını tutturamazdı.

perde ilk açıldığında günlerden 5 Mayıs Çarşamba'ydı.
Türkiye Kupası final maçı oynanacaktı.
Fenerbahçe 2 kulvarda birden 4(dört)nala koşmaktaydı.
sabah saatlerinden itibaren işyerindeki FB'li arkadaşların,
" yapıcaz, koyucaz, 2'de 2, siz de onu bunu şunu alırsınız şeklindeki" düzeyli sataşmaları devam etmekteydi.
yalnız Fenerbahçe'nin 27 yıllık aradan sonra,
belki de kupayla kucaklaşacağı tarihi maç,
yüksek zekanın ürünü olarak,
gündüz saatlerinde oynanmaktaydı!

çünkü bir takım yetkililer(!) maçı Urfa'da oynayacağız diye tutturmuşlardı.
bunda tabii garip bir şey yok,
zaten Türkiye Kupası' nın en güzel yanı tüm Türkiye'yi kucaklıyor olması.
ancak koskoca bir final maçının oynanacağı stadın ışıklandırması çalışmamaktaydı.
ve bu konu zamanında ele alınmamış,
düzeltilmesi için en ufak bir çalışma yapılmamıştı.
bu nedenle,
büyük çoğunluğun çalıştığı çarşamba gününe denk gelen maç,
çaresiz öğleden sonra oynanacaktı.
-zaten akşam ezanından sonra top oynanmaz diye öğretmedi mi annelerimiz?-
( hayır madem ışıklandırma sorununuz var,
maçı uygun bir haftasonunda oynatsaydınız,
hatta ligin bitiminden sonraya bırakılabilirdi bu final diyeceğim ama neyse.)

ofiste TV seyredilmesine müsade eden bir şirket politikamız olmadığından,
herkes maçı kaçak yollarla takip etmeye çalışıyordu.
kimi cep telefonlarının radyolarından,
kimi internet üzerinden,
kimi de eşinden-dostundan gelen mesajlardan bölük börçük de olsa maça dair bilgiler alıyordu.
önce Fenerbahçe öne geçiyor,
sonra Trabzonspor 1 gol atarak durumu beraberliğe taşıyordu.
ardından 2. daha sonra da 3. Trabzonspor golü geliyor,
Karadenizliler belki de 1996'da şampiyonluğu son maçta ellerinden alan Fenerbahçe'den intikam alıyordu.
tabii ofis çapında FB'li olmayanlar arasında ufak tefek kızdırmalar,
Türkiye Kupası'nı son gören FBliler esprileri filan dönüyordu.
ama,
"daha şampiyonluk iddiaları var olm, çok da üstlerine gitmeyelim" sesleri,
küçük dalgacı gülüşmeleri bastırıyordu.



FBliler ise,
"biz lige kilitlendik zaten, kupa mı? fıs! kupa Trabzon'un şampiyonluk bizim" diyorlardı.
zira şampiyonluk için çok önem arz edeceği tahmin edilen ligdeki son maçlarını da Trabzonspor ile oynayacaklardı.
Trabzonspor bir intikamı 2 kere alacak değildi ya?
elbet Türkiye Kupaları'na sarılıp,
büyük bir yetinme duygusu yaşayacak,
lig maçına fazla asılmayacaklardı.

aradan 2 gün geçmişti.
27 yıl oldu 28 yıl oldu esprilerinin sürüp gittiği geyik internet sitelerinde,
birden konu ışık hızıyla değişti.
habervaktim adlı sitede,
yılların kurt siyasetçisi
ve koltuğuna bir(1) çeşit zamkla bağlı olan Baykal'ın "seks kaçamağı" videosu yayınlamıştı!
işte bu bu bu inanılmazdı!
hem de o kadar yönden inanılmazdı ki!
1-) kasetteki adam gerçekten o muydu?
2-) kasetteki kadın gerçekten bir başka milletvekili olan Baytok muydu?
3-) kasetteki diğer adam gerçekten eşini milletvekili yapma pazarlığına oturmuş muydu?
4-) Baykal gibi koltuğunu kaybetmemek için ilelebet muhalefette kalmayı bile göze almış biri,
uçkur sevdasına böyle bir riski nasıl göze almıştı, "imaj herşeydir" gerçeğini bilmiyor muydu?
5-) ortada gerçekten böyle bir kaçamak varsa bile, bu aldatılan taraflar dışında birilerini gerçekten ilgilendiriyor muydu?
6-) özel hayata bu ne kadar büyük, ne kadar acımasız bir saldırıydı? isteyen istediği zaman hepimizin en mahrem görüntülerine ulaşacak, gerekirse bunları aleyhimizde kullanacak mıydı? artık böyle bir dünyada mı yaşayacaktık?
7-)kurultay öncesi böyle bir kasedin ortaya sürülmesi kimlerin işine yarıyordu?
8-)habervaktim gibi muhafazakarlığıyla öne çıkan bir platform, bu görüntüleri hiç sansürsüz -meme-bacak-popo görüntüleri dahil- nasıl yayınlayabiliyordu?

tüm bu sorular kafamda dönüp dururken,
bir yanım da,
"işin aslı ne olursa olsun lütfen Baykal artık gitsin" diye sayıklamaktan geri durmuyordu.
dakikalar, hatta günler geçiyor,
Baykal'dan hiçbir açıklama gelmiyordu.
bu da bir nevi "olay"ın gerçek olduğunu doğruluyordu.
köşe yazarlarının bir kısmı,
"Baykal'la konuştum,ama özel hayatının ifşa edilmesinden dolayı çok kırgın, ama aldatma doğru galiba" minvalinde yazılar yumurtluyordu.

ve sonunda Baykal'ın istifa ettiği haberi fani kulaklarımıza çalınıyordu.
evet bunu da görüyorduk!
ömrümüzün görmeye vefa etmeyeceğini sandığımız o gün, işte gelmişti.
Baykal artık CHP'nin başında değildi.
yerinden edilmesi çok adice, alçakça bir tezgah sonunda olmuştu.
rakibinin karşısında %47 gibi bir oy oranıyla ezildiği gün gitmesi en doğrusuydu.
fakat en olmaması gereken şekilde de olsa,
sonuçta su yolunu bulmuştu.

çünkü CHP seçmeni uzun zamandır içten içe kaynıyordu.
Baykal artık istenmiyor,
rejim elden gitmesinciler tarafından CHP'ye istemeye istemeye,
mecburen oy veriliyordu.
halkı kucaklayıp tabana inecek bir lider bulunmadığından,
1 yıllık süreçte başımızdan geçecek referanduma ve genel seçimlere,
AKP karşıtları cephesinde karamsarlıkla bakılıyordu.

diğer yandaysa büyük bir Kılıçdaroğlu sempatisi doğuyordu.
yolsuzlukları gündeme getirdiği dönemde filizlenen,
yerel seçimlerde Gürsel Tekin ittifakıyla daha da güçlenip kendini gösteren
ve o zamandan beri de derinden ama devamlı bir şekilde büyüyen Kılıçdaroğlu ilgisi,
seçmen ve parti tabanı arasında alenen dile getirilmese de sürüp gidiyordu.

dolayısıyla Baykal' ın istifasının ardından gözler Kılıçdaroğlu' na kilitlendi.
fakat kendisi ilk etapta aday olmayacağım dedi.
delegeler imza toplayacaklar ve baskı yoluyla Baykal'ı geri getireceklerdi.
referandum ve seçim sürecine yine eski tas eski hamam girildiğini gören halk,
bir de AKP tarafı muhtemelen tüm propagandalarında bu kaset olayını gündeme getireceği için,
umutsuzluk ve bıkkınlığa düşecek,
desteğini CHP'den iyiden iyiye çecekti.
benim gözümde artık CHP bir dahaki seçimlerde %10-11'i bile geçemeyecek bir partiydi.

siyasi konjonktür böyleyken,
16 mayıs 2010 tarihine gelindi.
gündem tekrar futbol haline gelmişti.
FB bu sefer şampiyonluk maçına çıkacaktı.
herşey önceden FB'nin kesinlikle şampiyon olacağı gerçeğine göre hazırlanmıştı.
Bağdat Caddesi özenle süslenmiş,
gündüz saatlerinde başlayan spor programlarında FB'nin unutulmaz maçları,
unutulmaz golleri vs bol bol kliplendirilmişti.
geriye kalan tek şey beklemekti.
21:45'te FB şampiyon ilan edilecek,
taraftara ise sevinip coşmak düşecekti.

yalnız olaylar, tam o şekilde gerçekleşmedi.
Bursaspor Beşiktaş karşısında evinde oynadığı maçı önde götürüyor,
ama FB Trabzon'u maalesef yenemiyordu.
evet maçta önce öne geçmiş,
ardından kalesinde gördüğü beraberlik golünden sonra,
tekrar öne geçebilmek için herşeyi denemişti.
hatta yasak olmasına rağmen bir ara stad hoparlörlerinden FB marşı bile çalınmıştı.
ama top bir türlü o 2 meşhum kale direğinin arasından geçmemiş,
Egemen-Giray ikilisi son dakikalara kadar direnmiş de direnmişti.

artık maçın son dakikaları oynanıyordu.
ve bir anda,
hayatınızda belki 1 kere görebileceğiniz bir şey oldu.

önce statta Beşiktaş'ın gol attığı ve beraberliği sağladığı şeklinde bir anons yapıldı.
bu durumda Bursaspor puan kaybediyor,
FB şampiyon oluyordu.
haberi duyan çok koyu FB'li eşim,
aklı başında her insanın yapacağı gibi önce haberi teyit etmek istedi,
Beşiktaş maçının olduğu kanalı açtı ve sadece:
-hmm yanlış anonsmuş, gol yok, diyip maçı izlemeye devam etti.
bu kadar!

biz stattakilerin de aynı basit eylemi yapıp,
haberi teyit edeceklerini zannederken,
gözlerimize inanamadığımız bir şey oldu.
FB maçı berabere bitti ve bu kez "Fenerbahçe Şampiyon" anonsu duyuldu.
işte o anda binlerce taraftar sevince boğuldu.
herkes bağırıyor, zıplıyor, birbirine sarılıyor,
bir grup taraftar da Bursaspor'un klasikleşmiş timsah yürüyüşünü kullanarak,
kendilerince son anda şampiyonluğu kaybeden(!) Bursa ile dalga geçiyorlardı.
futbolcular dahil,
herkes büyük şampiyonluk kutlamasına katılıyordu,
konfetiler uçuşuyor,
FB marşı gökyüzünde yankılanıyordu.
ancak o 55 bin kişinin bilmedi küçük(!) bir ayrıntı vardı:
FB şampiyon olamamıştı.
Bursaspor gerçek şampiyondu.
asıl onlar hak ederek,
gerçek şampiyonluk kutlamalarını kendi stadlarında yapıyorlardı.
onlarla birlikte Türkiye'nin büyük bir bölümü de Anadolu'dan bir şampiyon çıkmasına seviniyordu,
Şükrü Saraçoğlu'ndakiler dışında tüm Türkiye için o gün yaşanan bir futbol devrimiydi.

neden sonra(!) stattakiler de durumu fark edebildi.
ve az önce sevince boğulmuş olan taraftar birden galeyana geldi.
küfürler ettiler,
sağa sola saldırdılar,
hatta kendi statlarını yaktılar!
o geceyi Kadıköy için bir utanç gecesi haline getirdiler.

ertesi gün olup herkes işyerine geldiğinde,
artık FB ile gerçek anlamda dalga geçmenin zamanı gelmişti.
ama o da ne?
kendileri bile bu yaptıkları rezilliğe kızmışlar,
önce kendileri takımlarının düştüğü komik duruma gülüyorladı.
(en azından benim çevremdekiler böyleydi.)
çünkü maçı yayınlayan yabancı bir kanaldaki spiker bile,
FB taraftarını kast ederek:
" Tanrım, ilk defa rakibinin şampiyonluğuna bu kadar sevinen bir taraftar grubu görüyorum "
demişti.
FB ikinciliği kutluyordu.
uluslararası arenada bile olay dalga konusuydu!

Bursaspor'un şampiyonluğu gündeme öyle yerleşmişti ki,
sanki artık hiçbir haber,
bu konuyu haftalarca gündemden düşüremezdi.
tek bir haber dışında:
Kılıçdaroğlu'nun adaylığını açıklaması!

evet,
inanılmaz ama bu kutlu olay da aynı güne gelmişti.
17 Mayıs belki de Türkiye'nin büyük kısmının pazartesi sendromu yaşamadığı tek pazartesi olarak tarihe geçerken,
etrafta bir hafiflik,
bir mutluluk havası gezmekteydi.
tam da bu anda çok ağır,
çok acı bir haber geldi.
grizu patlaması olmuştu ve 30 işçimiz yerin 540 metre dibinde çaresizdi.
önce "belki yaşıyorlardır" umutları yeşerdi
ama sonra ailelerine kara haber geldi.
RTE: " ölüm bu işin kaderinde var " dedi,
diyebildi.
tabii ki Zonguldak'da büyük protestolarla karşılaştı ama o talihsiz sözleri de savunmaya devam etti.
( bu adamı neden benimsemedin diye soranlara bir kapak daha! )

bu arada CHP tarafında hummalı hazırlık devam etmekteydi.
1 hafta içinde önce il başkanlarından,
sonra da tüm parti tabanından beklenen destek geldi.
22 Mayıs Cumartesi günü Kılıçdaroğlu CHP'nin yeni genel başkanı oldu.
evet belki birdenbire tüm sorunlar çözülmeyecekti,
ama halktan ve medyadan gelen destek,
yeniliğin getirdiği iyimserlik havası içinde unutulmaz heyecanlı bir kurultay geçti.

aynı günün gecesi Inter Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu,
Morinho en büyük olduğunu dosta düşmana ilan etti.

24 Mayıs'ta ise 6 yıldır büyük heyecanlarla izlediğimiz fenomen dizi Lost,
büyük kısmımızı hüsrana uğratan aceleye getirilmiş bir finalle ekranlara veda etti.
belki tüm bölümlerini arşivleyip ileride çocuklarımıza seyrettirmek isteyeceğimiz dizimiz,
ağzımızda pas tadına benzer bir tatminsizlik yaratarak bitti gitti.

sonuç olarak,
baş döndürücü bir 20 gün yaşandı.
ne olursa olsun,
2010 yılının Mayıs ayı benim için unutulmayacak bir aydı.