30.07.2007

DARMADAĞIN...


Bugün,
çok senelik arkadaşlarımızla,
7 aya yakın bir aradan sonra tekrar buluştuk,
hasret giderdik.
Aramızda büyük,
derin bir kırgınlık vardı.
Ama bu konuya değinmedik.
Sevgilim daha önce bazı rahatsızlıklarımızdan söz etmişti.
Olay kavgaya dönüşmesin diye,
artık "barışalım" diye,
daha fazla bu konudan bahsetmedik.
Oyun oynadık,
dertleştik,
yemek yedik.
Biraz tedirgin de olsak,
eğlendik.
Söylemek istediğim bazı şeyler içimde kaldı ama,
ne deseydik?
13 gün sonra evleniyorlar,
birbirimizi kıracak sözler mi sarfetseydik?
Şimdilik,
bunu tercih etmedik.

Tatilim yarın değil,
çarşamba günü bitiyor.
bu da tatilimin son 2 günü kaldı demek oluyor.
Şimdiden içimde büyük bir boşluğun oluşmaya başlamasının sebebi bu.

Galatasaray hazırlık maçında
İstanbulsporla berabere kaldı..

Biz akşamüstü Ekvator' da
"artık bahsetmeyeceğiz" dediğimiz ülke durumundan bahsettik..

Eve gelince,
"www.ogames.com" a üye oldum.
Bir online oyun.
Amacı,
kısaca,
size verilen küçük gezegeninizi geliştirmek,
saldırılara karşı korumak
ve evreninizdeki binlerce oyuncu arasında güçlü durumda olmak.
Ben şimdi acemilikteyim..

Dün Dehşet Gezegeni' ni seyrettik.
O tarzı zaten sevdiğimiz için beğendik.
Ama uyarayım,
gidip de
"ee konu yok bu filmde,
her şey absürd,
üstelik kimi görüntüler iğrenç,
midem kaldırmadı" diyenleri tanımam..
Ben beğendim,
siz beğenmeyebilirsiniz.
Çünkü bu tip filmleri ya sever
ya nefret edersiniz.
Anlaştık değil mi?

Tex' in özel bir cildini okuyorum bir kaç gündür..
Kim olduğumu bildim bileli,
çizgi romanlara bayılıyorum..

2 gündür blogcuya giriş yapamıyorum..
Şu an yazı ekleyebilecek miyim bilmiyorum...

görüşürüz yine..

26.07.2007

BUGÜN...


merhaba,
yine kısa bir yazıyla geçeceğim.
bugün çok yoruldum,
çünkü tatilimin ortasında işe gitmek zorunda kaldım.

kaçtım,
kaçacağım,
kaçıyorum derken,
ben işten çıkana kadar saat 3 oldu.
bir problem çıkacak
ve tekrar çağıracaklar diye ödüm kopuyor.
çünkü tatil ortasında mesai hiç çekilmiyor.
ya da zamanını bölmek insanın hiç hoşuna gitmiyor.

15 gibi kaçıp sevgilimle buluştum ama,
genelde zamanımız benim uyuklamamla geçti.
neyse ki sonlara doğru toparlanıp
kendisini siyasi fikirlerimle boğmayı başardım.

hoş,
bu aralar ne siyasetle ilgili bir şey seyretmek istiyorum,
ne de daha fazla fikir belirtmek.
çünkü bir şey de-ğiş-mi-yor.

çok kızsam da artık ben de "bana ne?" diyenlere katılmaya başladım,
çünkü herkes hak ettiği gibi yönetiliyor,
ben de toplumun çoğunluğunun seçtiğine tabi olmak zorunda kalıyorum.
bu da iç sıkıcı ve iğrenç bir şey.

"bakın yapmayın, etmeyin" demelerim de,
atmosferde boş boş yankılanmaktan başka bir işe yaramıyor.
insanlar ısrarla gözünün önündeki gerçeği anlamıyor.
ya zekası yetmediğinden,
ya da böylesi işine geldiğinden..

sebep her neyse,
ben boşuna yorulmalarımdan sıkılmaya başladım..

ama bu doğruyu görmek istemeyip,
ısrarla kendi yollarında devam eden insanlar yüzünden,
doğduğumdan beri hiç rahat bir gün görmedim.
hiçbir gün "ya ne kadar ileri, öncü, müreffeh bir ülkede yaşıyorum" demedim.
kendimi bildim bileli hep ülke gündeminde
ekonomik sıkıntılar,
eğitim sorunları,
sağlık sorunları,
teknoloji ve bilişimle ilgili her alanda eksiklikler,
hep dünyayı geriden takip etme,
hep bir dışlanma duygusu,
ne sineması adam yerine konur,
ne başka yapıtları önemsenir,
iyi şeyler de çıkartsak kimseye beğendiremeyiz,
hep bi "kıro ülke" imajı,
artı terör sorunu,
artı sürekli parçalanma ve/veya işgal edilme tehdidi,
hep bir yabancı devletlerin kuklası olma durumu.

bıktım.
bık-tım.
çünkü insanlar bu hallerinden memnun.
bu,
durumu kaotikleştiriyor.
senin kurtarmaya çalıştığın ülke
kurtarılmak istemiyor,
kurtulması gereken bir durumda olduğunu kabullenmiyor.
sen "öğreten adam" olduğunla kalıyorsun.
paranoyak yaftası yiyip oturuyorsun.

gitmeyi istiyorum ben yine...




24.07.2007

MİNİK NOT...


kısaca..
dün Cevahir' e gittim..
Dehşet Gecesi' ni izledim..
Mehmet Günsur' un oyunculuğunu görmek için..
gittim.
bir film ancak bu kadar kötü olabilir dedim,
başka da bir şey demedim.

bugün de parkorman'da havuzdaydım.
bu sezon oraya 2. gidişim..
dönüşte trafiğin çok sıkışık olması dışnda,
güzel günler geçirmeye uygun bir yer.
tabii ağaçlık alanları,
havuz - güneş durumlarını seviyorsanız..

şu an biraz yanığım..
kremliyim..
bitkinim..

PS: bugün sevgilimin doğumgünüydü.
gördüğünüz gibi kutlama olarak havuza gidip eğlenmeyi seçtik.
hediye olarak da Sarar' dan bir gömlek aldım kendisine.
güle güle giysin diye..


21.07.2007

gece damlası...


hergele değil miyiz?
fazla şansımız yok..
iki şıktan birini işaretleyeceğiz...
ya yağmur yağdıracağız, ya yıldız kaydıracağız..





13.07.2007

GİDİCİ..


Nasılsınız bakalım?
Ben yoğun bir şekilde çalışmaya devam ediyorum.
Yarın yıllık iznimi kullanmaya başlayacağım
( kısmetse )
Yalnız toplam 2 hafta olan iznimin 1 haftası ortak çalıştığım bi adamla
çakıştığı için,
iznimi tam ortasından bölüp,
işe dönüp,
bir haftasını daha sonra kullanmak gibi bir direktif aldım müdürümden.
Dünya başıma yıkıldı tabii.
Şimdilik,
iznimin bir gününü çalışarak geçirmeye karşılığında onu ikna etmiş gibiyim.
Ama sonuçta ne olur şimdi tam olarak bilemiyorum.
Stres içindeyim.
Annemler şu an Bodrum’ da.
Ben sanırım bu izni de İstanbul’ da geçireceğim
( sevgili durumundan ).
Zaten seçim de var.

Bu arada ADSL bağlatabilmek için yeni telefon hattı başvurusu yaptığımı yazmıştım ya,
bizim evin yakınındaki telefon kutusunda yer olmadığı için,
işim uzadı.
Yeni kutu talep edilmesi gerekti.
Aradığımda,
"5 – 10 gün içinde hallederiz" diye yuvarlak bir cevapla geçiştirildim.
Bir de iş çabuk bitsin diye çarşamba günü yarım gün izin alıp,
oradan oraya koştururken ne sıcak çarpmaları geçirmiştim,
hepsi boşunaymış.
( hani bu telekom özelleşmişti?
"devlet kapısından" beter süründüm walla )

Kısacası evde şu an ADSL olmadığından,
işe de gelmeyeceğim için bu aralar bloğu pek sık güncelleyemeyebilirim.
Gittiğim mekanlarda wireless filan bulduğum zaman
- ki artık her yerde var -
kısa birkaç yazı yazıp,
benim için çooooook değerli olan yorumlarınızı değerlendirebilirim.

Şimdilik bu kadar..
O zaman,
görüşmek üzere diyelim..




11.07.2007

YIPRANDIM!!


söz veriyorum,
bi daha bizim işyerindeki ofisboylara,
"amaaaaan şuraya gitmeye de mi üşeniosun?"
ya da "size de iş yaptırılmıo" filan diye çemkirmiycem.
çünkü devlet dairelerinde ve çeşitli dairelerde koşturmak gerçekten zormuş.
( bkz. bugün ben bunu anladım )

sabah işyerini arayıp öğlene kadar izin istedim ki,
işlerimi halledeyim.
önce muhtarlığa gittim.
oradan kağıt alıp nüfus idaresine gideceğim ki,
üzerinde kapı gibi TC Kimlik Nosu yazan yeni kimlik alayım.
2 sn.lik iş diye düşünüyorum ve fekat muhtar şöyle diyor:
- senin kaydın yok!
- vardır, yanlış bakmış olmayın?
- yok işte kızım, kiminle yaşıodun sen?
- xxx
- bi de onların ismiyle bakayım.
- ...
- yok o adreste sen gözükmüosun
- ama nasıl olur, ben işe girerken buradan ikametgah aldım, naklim yapılmıştı
- yok kaydın!

ayy delirmek üzereyim.
bir taraftan da seçmen bilgi kağıtlarını almaya gelenler girip çıkıyor,
onlar da maydonoz oluyor.
sonunda diyor ki:
- çekmeceye bakalım!

iyi, bakın.
nihayet dosyanın "kendisini" buluyor,
eviriyor çeviriyor,
içindeki resme bakıyor:
- bu sen misin? değilsin!
- evet benim..
- ehe ehe..

ee bu gevrek gevrek gülüşün sebebi ne şimdi?
neyse,
sonunda bi şeye kanaat getiriyor:
- bizim kız senin dosyayı bilgisayara işlememiş.

iyi halt etmiş!
sevgili mıktar,
aheste aheste dosyamı bilgisayara işliyor
( ki yaş 70 üstü, düşünün! )
o bitince de el yazısıyla yavaş yavaş gerekli evrağı hazırlıyor.
sonunda 3 YTL ve yarım saat karşılığı belgeme kavuşuyorum.

"nüfusa" gidiyorum.
dünyanın en ruhsuz çocuğu da burda:
- elinizdeki evrakları verin, geçin bekleyin. ayrıca 3,5 YTL, buyuruyor.

oturdum bekliyorum.
mübarek bütün İstanbul kafa kaaadını yenilemeye gelmiş benimle beraber oturuyor.
"onlarınki de seçim yüzünden herhalde" diyorum.
yepyeni ve iğrenç resimli kafa kaağıdımı alıp oradan uzaklaşıyorum.

dünden beri 2. derdim ADSL.
yeni laptop aldık ya,
öyle boş boş gitmiyor.
ADSL bağlatmak gerekiyor.
ev telefonu benim üzerime olmadığı için de türlü türlü sorunlar çıkıyor,
ben de napıyorum?
tutup, ADSL dışında hiç kullanmayacağım bir hat almaya Telekom’ a gidiyorum.
( fena şekilde domuz inadım vardır )
orada da yarım saat kadar oyalandıktan sonra,
yepyeni ve tamamen bana ait bir telefon numarasına kavuşuyorum.
( güya bugün gelip bağlayacaklarmış, bakalım! )
böylece hayatta en nefret ettiğim şeyden,
yani "başkalarına bağımlı iş yapmaktan" kurtuluyorum.
her ay kullanmayacağım bir hat için bir sürü para vereceğim ama olsun.
ben göbeğimi kendim kesmezsem,
birilerinden bir şeyler rica etmek zorunda kalırsam kendimi aşağılanmış hissediyorum.
hele karşımdaki kişi,
bu işi benim istediğim kadar acele yapmaya pek hevesli değilse.

bu iş de bitince World Card borcumu yatırıyorum.
ve saate bakıyorum:
12 olmuş!
ben daha kahvaltı bile yapmamışım
ve aç karnına bu sıcakta 3,5 saat boyunca oradan oraya koşturmak beni mahvetmiş durumda.
başım,
belim,
karnım,
bacaklarım hepsi başka başka ağrıyor.
işyerine geldiğimden beri bi an önce eve gitmek için kıvranıyorum.
bariz bi acı çekiyorum.
bir taraftan da bi dolu iş yapıyorum.
kısacası zor bi gün geçiriyorum.

ama kafa kağıdı işini hallettim,
telefonun bağlanma işi bugün,
ADSL başvuru işim de yarın çözülürse
"hepsine değdi" diyeceğim.
yoksa..
iyi şeyler söylemeyeceğim kesin..


10.07.2007

GÖRÜŞ MESELESİ VE YILDÖNÜMÜ..


Aslında "kökten Atatürkçü"
ve laik cumhuriyet savunucusu bi insan olmama rağmen,
sık sık Ahmet Hakan,
Nazlı Ilıcak,
Mehmet Barlas vs gibi kişiliklerin konuşmalarını dinler,
katıldıkları tartışma programlarını izler,
yazdıklarını okurum.

Bendeki "kendine işkence etme" sapkınlığı mı diye çok düşündüm,
ama sonunda bunun bana bütün "yetişme dönemim" boyunca işlenmiş,
analitik ve bilimsel düşünme tarzının etkileriyle,
her görüşü iyice dinleyip,
ne dediklerini bildikten sonra yanlarında veya karşılarında yer alma tezinin,
derimin altına kazınmış sonuçları olduğuna karar verdim.

Kendine bir parça acı çektirme pahasına da olsa,
karşı görüşten insanları da takip etmenin,
kendi düşünce sistemini geliştirme açısından her zaman faydalı olduğunu düşünüyorum.
( bu aktiviteler gerginlik ya da diş sıkma gibi durumlara yol açmıyor mu bünyede?
açıyor )

Geçtiğimiz günlerde yine böyle bir,
"ne demişler bakalım" ritüelim sırasında
Ahmet Hakan’ ın bir yazısına denk geldim.
Kendi kafasında hangi ünlülerin hangi partiye oy vereceğini hesaplamış
ve yazısının bir bölümünü de buna ayırmış.

Mesela Hülya Avşar için diyor ki:
“Hem biricik arkadaşı CHP' li Zeynep Damla Gürel' in hayli arka sıralardan aday gösterilmesine bir tepki olsun diye,
hem de ‘Kaya ile aynı partiye oy veriyoruz!
Gördünüz mü biz ne medeni insanlarız' şeklinde bir propaganda ortaya çıksın diye oyunu AKP' ye vereceğinden neredeyse emin gibiyim."

Gülben Ergen için de şunu söylüyor:
"Eğer Erdoğan Ailesi’ ne gelin gitmeseydi,
oyunu Cem Uzan' a bile verecek denli bilinç yoksunu bir görüntü çizebilirdi"

Benim takıldığım Çelik için yazdığı şu cümle:
"Bence işin bu kısmında herhangi bir partiden söz etmek yerine, hep birlikte ayağa kalkıp 10. Yıl Marşı'nı söylememiz daha uygun olur."

Evet ya!
Ve de yazık ya!
Küstah konuşma tarzı nedeniyle hiç sevmediğim,
şarkılarında,
sesli harfle biten her sözcüğü "üğeeğe ağağaa"
diye korkunç itici bir şekilde uzattığı için müziğinden de nokta kadar hazzetmediğim Çelik’ in,
tek bir noktada hakkını teslim etmek gerekir ki o da Atatürkçülüğüdür.
Hoş,
sonradan öldürülen,
"kainatın efendisi "namlı tarikat şeysi benzeri adamla olan bağlantısı,
kafalarda soru işareti bırakmıştır ama,
yine de bu son 10 yılın "apolitize popçu" furyası içinde,
siyasi birkaç kelam eden
ve Atatürkçü olduğunu belirten ilk popçu da odur.
Ve talihsizliğine bakın ki,
10. yıl marşı Kenan Doğulu’ ya nasip olmuştur.
Sen kalk,
sıfırdan "yücetürk" filan diye gıcır gıcır marşlar üret,
elin Kenan’ ı gidip herkesin bilip de yıllardır söylemediği
10. yıl marşını süper bir coverla cilalasın
ve pastadan en büyük payı kapsın.
Cumhuriyet Mitinglerinde bile onun versiyonu çalınsın,
herkes artık bu halini bir "simge şarkı" olarak algılasın.
Acırım,
acırım da bu konuda Çelik’ e acırım.


Bu arada dün "kutlu 9 Temmuz" du,
Sefkilimle bizim "çıkmaya başlama yıldönümümüz" yani.
İşyerime çiçek geldi :)
Sarı- beyaz papatyalar göndermiş,
ben papatyayı güllerden de,
diğer bütün çiçeklerden de daha fazla sevdiğim için.
Bir de beğendiğim bi Nike çanta vardı onu almış bana.
İkisine de çok sevindim tabii.
Ben hediyemi daha alamadım ama alıcam.
Her ne kadar ne alacağımı bilmiyor olsam da :)

İş günü olduğundan ve iş çıkışı buluştuğumuzdan
ne öyle çok acayip atraksiyonlar yapabildik,
ne de çok romantik bi moda girebildik.
Yorgun argın bi haftaiçi akşamıydı işte.
Leb-i Derya’ da yemek yedik.
Ben başağrım için ilaç aldığımdan şarap bile içemedik.
Leb-i Derya’ nın muhteşem manzarasıyla yetindik.
Kalkınca yarım saat – 1 saat kadar Starbucks’ ta oturduk.
Sonra da sen evine ben evime işte.
Sevgililer Günü’ nde de böyle olmuştu.
Romantik olacağımızı umduğum bi gün haftaiçine
veya bizim o modda olmadığımız bi güne gelince uyuz oluyorum.
İstediğim gibi geçmiyor.
Ve mutsuz oluyorum.

ama önemli olan bizim yaşadığımız yılların güzelliği.
di mi?

9.07.2007

Sen Ki Nefes Aldıransın Ey Haftasonu...


Merhaba can tanelerim..
Nassılsınız bakalım?
Öğütlerimi tuttunuz mu?
Özellikle "sevdiğiniz birine sürpriz yapma" kısmını uyguladınız mı?
Kimse bana "kızım para mı var?" filan demesin.
Para harcamadan da sürpriz yapabileceğimizi hepimiz biliyoruz değil mi?
En klişesi,
evde mevcut 2 adet yumurtadan bi adet omlet yapıp,
yanına ekleyeceğiniz 3 dilim domates
ve kibrit kutusu kadar peynirle yatağına kahvaltı götürebilirdiniz
karınızın / kocanızın / sevgilinizin / annenizin / babanızın / kardeşinizin vs vs..
O da olmuo diyorsanız,
elinize bir adet A4 kağıdı alıp başucuna bi not da yazabilirdiniz,
onu en çok gülümsetip mutlu edecek cinsinden..
Ben abartıp gerdanlık aldım diyen varsa ona da itirazımız olmaz tabi..

Eğer beni dinleyip böyle bir ana imza attıysanız,
haftasonunuzun en azından bu anları güzel geçti demektir..
Bi zahmet teşekkürleri aliim..
Rica ederim, rica ederim..

Benim yaptıklarıma gelince,
daha çok "hava alma" cinsindendi.
Özellikle cumartesi gününü Kanyon’ da geçirerek serin bir güne imza attık..
Sevgilim ve eşliğindeki bir arkadaşımızla buluşup,
üçlümüzü oluşturdukdan sonra,
soluğu sinemada aldık
ve tercihimizi Transformers’ tan yana kullandık..
Size aksiyon diyorum,
eğlence diyorum,
mantık aramadan film izlemeyi becerebilecekseniz gidin diyorum,
başka da bir şey demiyorum..
Walla zaman su gibi akıp geçiyor
ve film rahat koltuklarda mısırla beraber süper izleniyor.
Aralara sıkıştırılmış mesajlara
ve ufak propagandalara da boş vereceksiniz artık.
Çünkü adamlar arada kendi sistemlerini de eleştiriyor,
bu arada süper eğlenceli performansıyla John Turturo yine parlıyor.

Filmden sonra biraz gezinip Mc’ te bi şiyler yedik,
bana "hafif aktif menü" yediğim için renkli Coca Cola bardağı verdiler,
ki bu - maalesef - günde bir litreye yakın Coca Cola tüketen biri için
önemli bi şiydir.
Sonra Starbucks’ ta yer bulup oturabildik,
arada da kapının önünde bize nadide caz eserleri sunan orkestrayı izledik.
Kalkınca bütün Kanyon’ u yaklaşık 3 kez turlayıp bana çanta baktıktan sonra,
"istediğim gibi bir şey" bulamayıp Kanyon’ u terk ettik ve evlerimize gittik.


Pazar günü,
sevgiliyle Taksim’ de buluşup ilk soluğu Gloria Jeans’ te aldık.
Ardından da Starbucks’ a kaçıp,
benim nadide laptop’ ıma ilk Taksim surf deneyimini yaşattık.
Daha sonra Rio Bravo’ ya gidip yemek yedik
ve ardından bi İstiklal turu atıp,
bilimum mağazalara girip çıkmak suretiyle bana
"istediğim gibi çanta" arayışlarına devam ettik,
ancak yine beğenemedik
ve yorgun argın evlerimize gittik.

Gece 2 bölüm Lost seyrettim.
Sonra uykum kaçtı.
( diziyle alakası yok )
Saat 2’ ye kadar gezindim.
Yattıktan sonra da bir türlü uykuya dalamayarak yatağın içinde dönüp durdum.
Sabaha kadar kabuslarla bölünen sağlıksız bir uykuyla boğuştum.
Sonra da kalkıp işe geldim.



6.07.2007

KISA...


selamınhello guys!
hav ar yu inşallah?
guut guut..
hayatgibi' niz gördüğünüz gibi kafayı yedi,
iş – güç sıkıntı vs..

lakin güzel şeyler de oldu bittabi,
dün sefkili annem ve babam bana bir adet,
en Toshiba’ sından laptop aldılar ki,
sevindirikliğim henüz geçmiş değil..
( boy boy resimlerini koymuyorsam oğlumun,
görgüsüzlük yapmak istemediğimdendir.
asaletim sınırlarına bakınız! )

ayrıca bugün sevgilimle tanışma yıldönümümüz ki,
"çıkmaya başlama" yıldönümümüz de 9 Temmuz’ a denk gelir,
yani 3 gün sonraya,
ehehehe anladınız siz onu :)
bu vesileyle kah mutlu,
kah kafa göz yarmalı yıllarımıza da bir selam çakmak isterim huzurlarınızda.
( çaktım bile )

önümüzdeki hafta hiç vakit geçirmeden,
TC kimlik numaramı yazdırmam gerekiyor nüfus cüzdanıma.
aksi takdirde oy kullanamayacakmışım.
siz de bilmeyenler olabilir diye bu bilgiyi iletin yakınlarınıza.

şimdilik bu kadar diyip huzurlarınızdan ayrılırken,
güzel bir haftasonu geçirmenizi öğütlüyorum size kendi adıma.
eve tıkılıp kalmayın.
bütçenize göre bir plan yapın.
en azından çıkın bi Boğaz havası alın.
( ya da yaşadığınız yerin havasını )
bi de sevdiğiniz bi insan için bi sürpriz yapın.
pazartesi de bana anlatın.

hadi bakalım.


5.07.2007

Yazı








daha önce ve belirttiğim gibi,
çekim yasası ve türevi şeyler tamamen iyi paketlenmiş içi boş para tuzaklarıdır bence..

alın işte..
o kadar kişinin duası..
"yaşayacak
" inancı..
ömürlerinden ömür vermeye hazır olmaları yetmedi Barış' a..
hani insan evrenin en büyük mıknatısıydı da,
iyi şeyleri de kötü şeyleri de kendisi çağırırdı?

son günlerinde çekilmiş fotoğraflarına,
videolarına bakıyorum Barış' ın..
nasıl mutlu..
nasıl hayat dolu..
hayatında en çok değer verdiği şey sevgi..
ve etrafı sevenleriyle doluyken..
bu gencecik hayat,
ölümü düşündü,
ölümü çağırdı da ondan mı kaza yaptı yani?
en neşeli zamanlarında??
bırakın allahaşkına..

o zaman neden binlerce,
belki milyonlarca insanın olumlu istekleri,
pozitif enerjileri beş para etmedi?
ölmeden önceki gün babası bile diyor ki,
"ben inanıyorum tüm Türkiye' nin olumlu enerjisi,
sevgisi Barış' a akıyor,
güç veriyor.."

enerji filan aktığı yok..
sevginin gücü diye bir şey de yok..
kaza geçirirsen
ve kafanı çok kötü çarparsan,
ezilirsen,
oksijensiz kalırsan ölüyorsun işte..

ben öfkemi akıtacak bir şeyler arıyorum belki de,
bilmiyorum..
ama bir türlü ölümü Barış' a yakıştıramıyorum...

diyecek başka bir şey de bulamıyorum..
elbette çok üzgünüm,
hepiniz gibi..

galiba işin özü de bu..




4.07.2007

SIFIR BEDEN...


biliyorsunuz yazın yaklaştığı günlerden beri,
herkes rejim yapıyor...

ben kilo veremiyorum,
su içsem yarıyor diyenlere,
aşağıdaki fotoğrafa bakın diyorum..
belki sıfır beden olmanın da sonu o kadar iyi değildir..

( bunlar züğürt tesellisi diyenleri bloğun dışına davet ediyorum
hadi bakiim.. )



3.07.2007

ACI + RAPOR


sanki etrafımdaki insanlar mükemmelmiş gibi,
sık sık kendime yüklenmeyi pek bi severim ya..
ben şımarığım,
ben ukalayım vs vs diye..
ek yerimi göstermeye teşneyim ya..
dün bir şey daha fark ettim..
bana en uzak,
ya da alakasız olayla ilgilenirken bile olayların merkezine kendimi koyuyorum..

akşam haberleri..
Barış’ ın son durumunu endişeyle izliyorum..
yeni gelişmeleri merak ediyorum..
içimde geçekten derin ve samimi bir üzüntü var,
ama o kadar..
o dakikaya kadar o üzüntümde sabitim,
ağlamıyorum,
sızlamıyorum..
zaten öyle herşeye ağlayabilen biri değilim..

sonra..
sonra doktorlar umut azaldı diyorlar..
hatta belki "umut kesildi" diyecekler de..
"azaldı" diyebiliyorlar..
ben hala üzgün ama metin bir ruh halindeyim.
o an dizideki rol arkadaşını gösteriyorlar..
hiç izlemediğim dizisindeki...
yeni gördüğüm partnerini..
Merve’ ymiş ismi..
doktorun açıklamasını duyunca..
birden üzüntünün ötesine geçiyor..
beden dilinden anlıyorsunuz,
normal bir ağlama değil bu..
tuhaf kasılmalar geçiriyor..
birkaç dakika sonra da kendinden geçiyor..
apar topar sedyeye alıyorlar..

işte dibine kadar yaşayıp yaşayıp,
bir yerden sonra artık "dayanamayacağım" dediğimiz acı bu..
"dayanamamak" bu oluyor.
vücut ruhsaldan öte,
fiziksel tepki veriyor.
ve ilginçtir benim gözlerimin dolmasına Merve’ nin bu hali sebep oluyor..
hiç tanımadığım bu kızın,
kendimden iyi tanıdığım acısı..
çünkü biliyorum..
ben daha beter olurum..
ben bin katı tuz buz olurum..
bir an gözümde canlanıyor,
"en sevdiğime" böyle bir şey olduğu..
kendimi hastahane kapısında,
"acı haber" i alırken görüyorum..
neler yapabileceğimi,
size burada anlatmak bile istemiyorum..
sadece şunu söyliyeyim,
"dayanamamanın" çok ötesine geçeceğimi,
bin parça olup üzerinde durduğum zeminin içinde eriyeceğimi,
uzun,
çok uzun zaman yitip gideceğimi iyi biliyorum..

korkuyorum...

***

neyse,
biraz da hava değiştirmek için,
gelelim haftasonu raporuna..
cumartesi büyük bir "istemezük" duygusuyla
ve iç sıkıntısıyla işe geldim.
öğlen gibi "cezam" bitince çıkıp sevgilimle buluştum.
beraber Cevahir’ e gittik.
1-2 saat boyunca bana capri bakıp,
sonunda bir tane alabildik..
arkasından Kentucky’ ye gidip midelerimize bayram ettirdik.
yemeğin ardından biraz daha turladıktan sonra sinemaya girip,
Zor Ölüm’ ü seyrettik,
klişelerden alacağımızı alıp,
tipik esprileri eşliğinde Bruce Willis’ in bir kere daha Amerika’ yı kurtarmasını seyrettik.
ben şu yaz sıcaklarında filmlerin öyle kuş kondurmasını filan beklemiyorum,
eğlenceli vakit geçireyim,
"yuh artık" dedirtecek derecede aksiyon seredeyim diyorsanız,
bu filme derhal gidin.
aksi takdirde,
asla..

filmden sonraki birkaç saatimizi de,
bana güneş gözlüğü aramakla geçirdik.
etrafı artık kıroların eline kadar düşen "damla" manyaklığı
+ kemik çerçeveli büyük Zeki Müren gözlüğü çılgınlığı sardığından,
bir türlü benim istediğim gibi bir şey bulamadık.
pardon bulduk,
ancak Cartier marka ve 1.780 YTL değerinde olduğu için almadık.
"normal" güneş gözlüklerinin fiyatları da 350 - 600 YTL arasıydı
ve içime sinmeyen bir gözlüğe bu kadar para vermek içimden gelmedi açıkçası.
pazar günü de Taksim’ de takıldık.
tam Rio Bravo’ da yemeğimizi yemişiz,
Gloria Jeans’ e "serinleticilerimizi" içmeye gidiyoruz,
sevgilim:
- adidas’ a bi bakalım mı, dedi?
sonuç?
hiç aklımda olmağı halde,
kendime ayakkabı aldım.
( evet ben spor ayakkabı hastasıyım
ve evet Zidane’ ın altın rengi kramponlarını gördüğümden beri
böyle bir ayakkabı almayı kafaya takmıştım )

neyse birkaç gazete yüklenip sonunda Gloria’ ya gidebildik.
orada klimanın aşırı soğuğundan donma tehlikesi ile karşı karşıya bir süre oturduktan sonra,
kalkıp Erkul Kozmetik’ e gittik.
duş jeli + parfüm + ruj benzeri bir sürü ıvır zıvıra bi dünya para bayılıp,
Accessories’ a girdik.

daha sonra Ceviz diye ufak bir yere gittik,
sevgilim bir kolayla beraber sandviç yedi,
ben yalnızca meyveli soda içtim.
bu arada tavla oynadık
ve ben bir muhabbet sonrası
"Onur Akın" ın ismini bir türlü hatırlayamadığım için kafayı yemek üzere olduğumdan yenildim.
( çünkü bu olaydan önce öndeydim )

bu arada Bilgehan Demir de oradaydı
ve karşısında oturan arkadaşına özel hayatıyla ilgili bir sürü bilgi veriyordu.
yan masamızda olduklarından
ve herşeyi yüksek sesle anlattığından bir çoğunu ben de duydum.
ama şimdi elalemin özel hayatını deşifre etmek istemem.
sadece bana her gördüğüm erkekte sempatik gelen
"seven erkek" modunda olduğunu söyleyeyim.
galiba biraz dertliydi kendisi.

kalkınca biraz Megavizyon’ u gezip evlerimize gittik.
her zamanki gibi huzursuz uykulara daldım..

2.07.2007

SAVAŞ Ve BARIŞ... SİVAS Ve BARIŞ....


günlere "uğurlu - uğursuz" deme derdi ben küçükken hep anneannem,
hala da der.
bir de "lanet olsun" deme derdi..
yine diyor..
ama bugün bi tuhaf işte..
uğursuz denmeyecekse tamam,
tuhaf diyeyim ben de...

sene 1993..
oturuyoruz rahmetli dedemle..
babam gibi sevdiğim..
canımın içiydi dedem..
neyse..
oturuyoruz onların evinde,
televizyon izliyoruz..
her yaz olduğu gibi tatili geçiriyoruz anneannemlerde..
televizyona yavaş yavaş görüntüler düşmeye başlıyor..
baştan inanamıyoruz..
yavaş yavaş,
sonra sonra idrak ediyoruz olayı..
olan neyse Sivas’ ta..
Madımak Oteli’ nde aydınlar diri diri yakılmakta..
Aziz Nesin kaynaklı coşup,
çığrından çıkan bir güruh katliamı..

Madımak Oteli..
anneannemlerin yıllar önce dayım Sivas’ ta askerken gidip kaldıkları otel..
Sivas..
Atatürk’ ün "biz cumhuriyeti burada kurduk" dediği Sivas..
ve yanan insanlar..
yobazlar tarafından yakılan..
canice hayatına kıyılan...
bizim yüzlerimizde tuhaf bir korku,
derin bir üzüntü
ve büyük bir anlayamazlık...
hadi ben 11 yaşındayım,
anlamıyorum..
dedem,
koskoca,
1927 doğumlu dedem,
Atatürk’ ü görmüş dedem,
o neden anlayamıyor olanları?
odanın içinde gezinip yalnızca
" Allah Allah, Allah Allah?
neden yaptılar şimdi bunu?" diye anlamsızca bir şeyler söylüyor..
Uğur Mumcu’ yu da,
kaybetmişiz zaten..

şimdi yine 2’ sindeyiz temmuzun..
Sivas katliamının 14. yılında..
3 şehidimizi yeni gömmüşüz..
33’ ü için yeni bir anıt yapmışız..
ve bir tane de gencecik can..
28’ inde,
hastahanede ölüm kalım savaşı vermekte...
Türkiye’ nin sürmesini kabul ettiği nadir kişilerden biri..
herkesin evinden biri gibi,
sıcacık bakan,
annesinin "meleğim" dediği,
adı gibi Barış çocuk..

birden yüzünü çeviriverdi diğer dünyaya..
sebepsiz..
ve neden bu kadar erken...
bakıyor şimdi o tarafa..
onları görüyor...
ama bedeni hala burada..
belki de burada kalmasını isteyenler için bu tarafta..

3 gün önce sorsalar,
sever misin Barış’ ı diye..
"bilmem, ilgilenmiyorum fazla" derdim..
ne albümünü aldım,
ne dizisini izledim,
ne de yaptıklarını takip ettim.
onu herkes gibi Akademi Türkiye’ den tanırım..
o kadar..
ama kazayı
ve ölümle savaştığını duyduğumdan beri..
içimden diyorum ki...
hastahane kapısında bekleyenler için...
ailesi,
rol arkadaşları
ve çoğu çocuk bir sürü hayranı için..
ve şu gencecik yaşının yüzü suyu hürmetine..
bu tarafta kalsa...
yaşasa...
ve sağlığına kavuşsa..
çok şey mi ki?
( herşey değil mi ki? )



PS : haftasonu raporu yarına artık.