30.10.2010

bakış açısı..


bir karalama denemesinden..

*************************************

kız, o gün günlüğüne şunları yazdı:
her tartışmamızdan sonra kısa aydınlanma durumları yaşardım.
-artık büyü bitti, gerçeği anladım! derdim,
ama bir sonraki öpücüğün ardından bu cümlenin ne demek olduğunu bile unutturdum.
fakat o "unutuş günleri" artık sona erdi.
onca zamandır kabullenmek istemediğim şeyin gerçek olduğunu şimdi biliyorum.

hayatım, hayatımız bir film karesi değil.
o benim uçuk masallarımdan fırlamış bir prens değil.
bana yaptıklarının arkasında incelikle düşünülmüş aşk oyunlarının olduğunu tasarladığım dünya, şimdi yok.
biliyorum ki:
-beni aramadığında:
benim onu ne zaman arayacağımı merak ettiğinden değil.
ya da kendini özleterek ona daha büyük hasretle koşacağımı düşündüğü için bunu yapmıyor.
gerçekten beni özlemediği ve aramak aklına gelmediği için aramıyor.

-özel günlerimizi önemsemediğinde:
umursamaz/zor adam triplerine girip aslında içten içe beni nasıl şımartacağını düşünmüyor.
ya da sürprizlerinin daha etkili olması için nasıl "soğuk davranıyor gibi görüneceğinin" hesaplarında değil.
doğumgünümü gerçekten unuttuğu için kutlamıyor.
ger-çek-ten önemsemiyor.
gecenin sonunda bir sürpriz parti,
ya da yemek masanın altına saklanmış arkadaşlar yok.
hatta arabanın arka koltuğuna sakladığı 2 şık kadeh-bir şişe şarap veya güller dahi yok.
evin ışıkları anlamsız bir boşluğa açılıyor.

-başkalarının yanında ben yokmuşum gibi davrandığında,
aslında benim onunla ilgilenmemi beklediği için,
ilgisiz davranıyor -muş gibi yapmıyor.
gerçekten bir kaç sıradan insan gördüğünde dahi beni umursamamaya başladığı için beni yok sayıyor.

işin özeti bu.
aşkımı içine koyduğum fanusun camı çatladı.
her davranışını derin duygularına yormam,
beni ara sıra üzerek aslında nasıl kendine daha çok bağlayacağının -bana göre yanlış da olsa- bir hesabını yapıyor olduğunu düşünmem,
çevremize inşa ettiğim ve bizi sıradan olandan ayıran yapımızın duvarlarıydı.
bugün, o duvarlar yıkıldı.
ve ben onun beni gerçekten delicesine sevmediği,
aramak istemediği,
gönlümü almakla ilgilenmediği gerçekleriyle başbaşa kaldım.
sadece yanında birini istiyor, hepsi bu.
o "biri" de şimdilik benim.
problem çıkarmadığım, hayatını zorlaştırmadığım sürece.
sıkıldığı zaman yenisiyle değiştireceği süslü püslü oyuncağıyım.
ve gün geldiğinde her nereye fırlatıldıysam orada unutulup kalacağım.
"haaa o kız mı, evet eski sevgililerimden biri" diyecek belki benim için.
belki onu bile söylemeyecek.
-takılmıştık, evet.. tuhaf bi adı vardı ama tam hatırlamıyorum neydi? diyecek
ve benim,
içinde kimsede olmadığını iddia ettiğim pırıltılar bulduğum ışıl ışıl gözlerine soru işaretleri yerleştirip,
yanındaki hatuna dönerek bakışlarıyla adeta "şimdi bu gereksiz kızdan bahsederek neden zamanımızı boşa harcıyoruz ki?" sorusunu yöneltecek.

ve ben kendimi yıllarca boş yere "bizim aşkımız çok büyük" yalanına inandırmış olmakla kalacağım.

********************************

gizli günlüğünü ayrıldıklarında sevgilisinin okuyacağını bilmiyordu tabi.

ve bu sayfayı okuduktan sonra altına şu notu düşeceğini:
-inandığın her şey, son zerresine kadar gerçekti.
affet sevgilim,
tam bir aptal olduğum için yıllar boyu seni fırtınadan fırtınaya sürükledim.
seni etkilemek istedim,
kendimi çekerek,
umursamaz görünerek başarabileceğimi sandım bunu.
ne de olsa kadınlar ulaşılmayanı severdi?
ya da bu bana benden daha aptal olan birinin verdiği tavsiyeydi.
hayatımda gördüğüm en hıyarca tavsiye!
çünkü bana seni kaybettirdi!
sen bir yerlerde beni beklerken, beni isterken ve ben kafamda bitmek bilmeyen hesaplamalarımla boğuşurken,
hep bunların seni bana daha çok bağlayacağını farz ettim.
ayrılıp barışmalar, kıskandırmalar, ortadan toz oluşlar..
hepsi esaslı bir aşk filminin vurucu sahneleri gibiydi.
her gün, her an devam ederdi ve her yer bizim için sahneden ibaretti.
sen her seferinde bu davranışlarımın altında aklımı uçuran büyük bir aşk olduğunu öyle iyi seziyordun ki,
oyunlardan da, gel-gitlerden de hiç kaçmıyordun.
hep anlattığın filmlerdeki gibi:
senin için trenin altına bile atlayacak kız.
neden?
çünkü beraber atlayacağız.
beni bu kadar harika bir kadınla karşılaştırdığı için gece başımı yastığa koyduğumda kaç kere kadere, hayata ya da bizi var eden neyse ona,
çılgın teşekkürler sunduğumu bilemezsin.

bunca şükran duymama rağmen oyunlara başvurdum,
çünkü benim senin için ne kadar yetersiz olduğumu anlamanı istemiyordum.
gözümde ben,
senin için yeterince iyi değildim.
fark etmedin mi?
bana herşeyin en iyisini hep sen gösterdin.
en basitlerini bile.
dünya üzerindeki en güzel lezzetleri ben senin tavsiye ettiğim yemekler sayesinde denedim.
bir kaç tane güzel kıyafetim varsa,
onları bana sen almışsın ya da seçmişsindir, kesin.

tabii aşkın da en büyüğünü sen bilecektin.
sanki bir anlık dalgınlıkla birlikte olmak için beni seçmiştin
ve bir gün etrafımı saran ve senin gözünü yanıltan her neyse puff! ortadan kaybolacaktı.
ve beni terk edecektin.
bunun olmaması için seni hep meşgul etmeli,
seni dönülmesi zor uçurumlara sürüklemeliydim ki,
gideceğinden ödümün koptuğu anlaşılmasın.

o fanus çatlamadı.
binamızın duvarları yıkılamaz çünkü sapasağlam.
seni seviyorum.
kendimden ve herşeyden daha fazla seviyorum.
sana bir daha asla oyunlar oynamayacağım çünkü artık beyninin en küçük kıvrımında,
kalbinin en ücra köşesinde bile seni istemediğimle ilgili en ufak bir şüphe kırıntısı kalmasını istemiyorum.

şimdi bu defteri kapatıp yanına geliyorum.
ve seni geri almak için ne gerekiyorsa onu yapmaya başlıyorum.
çoktan yapmış olmam gerektiği gibi.

ben, senin için nefes alıyorum.



13.10.2010

boşluk ve işaret:kaza.. yahut "biz de insan evladıyız"..


boşluk olayı vardı ya..
hala geçmio..

daha önce de kendimi bu boşluğa yaklaşmış bulduğum zamanlar olurdu,
ve böyle zamanlarda bana hep "yukarılardan" bir mesaj gönderilirdi:
"kendine gel, hayat güzel, başlatma korkularına da kaygılarına da varoluş sıkıntılarına da" minvalinde.
ve ben dertop olup kaderime boyun eğmeyi bilirdim.

de..
bu sefer öyle olmadı.

işaret dün geldi..
bi trafik kazası geçirdim.
sabah işe giderken..
serviste..
aslında çok büyük bir kaza değildi ,
ama benim hayatımda geçirdiğim en büyük kazaydı işte!
bundan öncekiler hep; hafif "öndekine" dokunduk,
yok biraz "arkadaki" bize çarptı şeklindeydi..
(lem böyle söyleyince bi tuhaf oldu da neysss.. )

bu kez,
-hafif uyuklar vaziyette olduğumdan belki-
önümüzdeki araca çarpmamak için bizim şoför müsvetesinin sağa kırmasıyla,
suçsuz günahsız birine arkadan bindirdiğimizde patlayan gürültü bana çok büyük geldi.
aslında önümüzdeki arkadaşın da bi suçu yoktu.
bütün suç,
takip mesafesi gibi kurallardan bihaber olaan,
ya da ehliyet kursunda
"yağmurlu havada, altında lastikleri kabak-boktan bi araç varsa nasıl kullanmalısın 101" dersini kaçırmış olan bizim şoförümüzdeydi.

bilirsiniz böylelerini.
trafikte herkes aptaldır da tek onlar akıllılardır.
örneğin,
sağdan,
bizim yolumuzu dik kesen bir yerlerden şeridimize girmeye çalışan

ve burnunu hafif çıkarmış birine,
asla -ne münasebet- yol vermezler.
ve gazı daha da köklerler ki,
diğer araçtaki sürücü korksun,
bizim hızlı geldiğimizi görerek yola çık-a-masın diye.
bir gün biri "korkmaz" ve bum!!
her gün yollarda karşılaştığımız kazalardan biri meydana geliverir.
bu "ben akıllıyım diğer bütün sürücüler aptal" düşüncesi,
yurdum ayılarında bolca mevcut olduğundan,
aynı "korkutma" taktiği şerit değiştirirken,
ışıklarda, yaya geçitlerinde vs sürekli tekrarlanır
ve bir gün siz de,
kendinizi sebebi bir ahmağın salak fikirleri olan bu kazalardan birine karışmış bulabilirsiniz.

bunun üzerine şoföre,
"napıosun kardeşim önüne baksana" diye çıkışmaya kalktığınızda,
diğer yolcular tarafından "kazadır olur, asabi olmamalıyız" sözleriyle sakinleştirilmeye çalışılırsınız.
üstelik -buraya dikkat- bunu söyleyenlerin hatırı sayılır kısmı kadındır.
bu kadınların büyük kısmı da çocuklulardır.

kendi çocukları mevzubahis olduğunda
kimbilir çevrelerinde ne sorunlar için ne hasarlar bırakmışlardır.
veli toplantılarında saçtıkları:
-öğretmenin şu davranışı acaba çocuklarımızın psikolojisini kötü mü etkiledi?
-bence uzun tırnaklı öğretmen olmamalı. makyajlısı da makbul değil..
-yemekhanede 2 gün üstüste yemeklerin yanına pilav pişirilmesi çocuğumun özgüvenini zedeledi.
-sıra arkadaşının bilmem ne marka kalem kullanması acaba uygun mu,çocuğumda kurşun zehirlenmesi olmasın, internette bu konuda bi makale(!) okumuştum da..
vs vs demeçleri bitmez de bitmez.

şimdi,

o çok değerli çocuklarını taşıyan servisin talihsiz sürücüsü,
bizimkinin yanından bile geçmeyen minik tefek bir kaza dahi yapmış olsa
ve bu hazretin çocuğu da o sırada o aracın içinde bulunuyor olsa,
"kazadır olur" tepkisini gösterebilirler mi acaba, çok merak ediyorum..
hayır!

gös-te-re-mez-ler.
o sürücünün işinden derhal atılması

ve ehliyetine süresiz el konulması,
hatta bakkalın kendisine ekmek vermemesi gibi cezalara başvurulmasını talep ederler.
bunların üzerine,
kazanın yıldönümlerinde şoförün evinin önünde protesto gösterisi düzenlerler ve
"bugün içinde benim çocuğumun bulunduğu aracı kaldırıma çıkartmanın 7. yıldönümü seni aşağılık" şeklinde pankartlar açarlar.

ancak benim! içinde bulunduğum aracın tamamen ama tamamen şoförün kendini trafikteki tek akıllı zannetmesinden kaynaklanan bir çarpışmaya sürüklenmesi,
bu kadınlar için "kazadır olur" şeklinde geçiştirilebilecek bir şeydir!!
hatta sürücüye "geçmiş olsun kardeş" filan denmelidir.
hatırlatırım: sizin küçük bıcırıklarınız gibi biz de bir ana-babanın evladıyız.
kimse bizi sokakta filan bulmadı.
-hoş bulsa da bir şey fark etmezdi, hala en az sizin çocuklarınız kadar değerli olurduk-
hatta hayatını tamamen birbirinin üzerine kurmuş mutlu bir çiftin "dişi" tarafıyız
ve birimize gelecek zarardan onun kadar etkilenecek diğerimiz de var.
ama tabii sizin için yeterince değerli değiliz.

hepimiz kolumuzu bacağımızı araç içinde bir yerlere çarptık.
hiçbirimizde emniyet kemeri olmadığı için
-ön koltuk hariç servisin hiçbir koltuğunda emniyet kemeri yok-
belki 10 km daha hızlı gidiyorsak olsak birimiz veya birkaçımız araçtan fırlayabilirdik.
ya da yaşadığımız çarpmayı daha şiddetli hissedip ciddi bir travma yaşayabilirdik.

bana ne olduğu mu?
çok önemli değil.
uyku sersemi inanılmaz bir sesle önümüzdeki araca bindirmenin şokunu yaşadım+
bacağımı ön tarafa şiddetle çarptım+
sol elimi nasıl olduğunu tam hatırlayamadığım şekilde bir yerlere vurmuşum,
arabada yarım saat polisin rapor tumasını beklerken dayanılmaz bir acıyla ve "kesin elim kırıldı" düşünceleriyle kıvrandım+
ofise varana dek kendimi sıktıktan sonra,
neden geç kaldığımla ilgli bir açıklama bekleyeceğini düşündüğüm müdürümün odasına girer girmez,
sadece "bizim servis kaza yaptı" diyebildim
ve oradaki koltuklardan birine çöküp elime bakarak ağlamaya başladım+
hastaneye gittim,
çok şükür kırık yoktu ama ciddi doku zedelenmesi vardı,
deli gibi şişip moraran elim ilaçlanıp sarmalandı
ve 2 gün iş göremez raporu aldım+
dün akşam bizde olan,
ve herkesin kendi çocukları hakkındaki endişelerini panik atağı nedeniyle X10 boyutunda yaşayan,

grip olduğumda bile o öğrenmesin diye 40 takla attığım anneme,
salak bir şoför yüzünden ne acılar yaşadığımı anlamaması için kazayı olduğundan daha basit şekilde anlatmaya çalıştım+
o sırada elim,

üzerine boca ettiğim tüm jellere
ve içtiğim tüm ağrı kesicilere rağmen dayanılmaz ağrıyordu,
bense bunu belli etmemek zorundaydım+
bu nedenle bugün evdeyim ve hala geçmemiş ağrımla beraber bu yazıyı yazmaya çalışıyorum,
bir yandan da,

"bu yazıyı yazarken dahi bu kadar ağrı çekiyorsam yarın işe gittiğimde nasıl 10 saat kesintisiz bilgisayar kullanacağım" sorularıyla boğuşuyorum..

sonuç:

"yukarıdan" gelen bu işaret nedeniyle silkelenip kendime gelmem,
yaşamın değerini anlayıp mutlu hissetmem gerekiyordu.
ama tahmin edin:
boşluk hiçbir yere gitmedi,
ve ben elimin ağrısı yüzünden herşeyi olduğundan da kötü görüyorum..

nokta.