15.02.2011

kadehindeki zehir..



hayatımda bi ilki yaşıorum.
hep merak ederdim sabaha kadar nasıl duruyorlar,
düz uyuyolar mı yoksa görev bilinciyle hep bi "sandalye tepesi-tek göz açık" durumu mu var diye.
evet refakatçilerden bahsediyorum.
hayatımda ilk kez refakatçi oldum.
(şu an, halihazırda öyleyim.
live refakatçi yani.)

hep aileden başka bi kadın-adam çıkardı bu işi yapacak,
çevremde "birinin hasteneye yatması olayı" gerçekleştiğinde.
ben de bazen sevinir bazen de "o" olmak isterdim.
herkes gittikten sonra geriye kalan.

hikaye güzel başlamıştı aslında.
zaman sevgililer günü arifesiydi:
11 şubat cuma.
hiçbir plan yokken ortada -ne hediye ne yemek ne başka bir şey-
ne yapacağız diye düşünmeye karar verdik.

ikimizin de canı pazartesiye denk gelen Sevgililer Günü'nde,
normalin 2 katı fiyat çekeceğini bildiğimiz yerlere gidip,
"romantik olunacak, ol!" emri ile yemek yemeye çalışmak istemiyordu.

ama mesela, belki haftasonu şehirdışına kaçılabilirdi.
örneğin balayımızı geçirdiğimiz Abant'a gidilebilirdi.
hatta madem klişeden kaçıyoruz,
arkadaşlarımız da bizimle birlikte gelebilirdi!

bu düşünceyle hemen arkadaşlarımızı aradık
ve o an acı gerçekle karşı karşıya kaldık:
okullar tatildi, saat 01.00'di ve bir cumartesi günü Abant'ta yer bulmak için artık çok geçti!

5 odalı küçücük pansiyonları bile aradık ama tabii ki avcumuzu yaladık!
yok yok yoktu işte.
sonra aklımıza Abant'a yakın bir yerde kalmak geldi
ve yer bulabilmemiz bu muhteşem fikir sayesinde mümkün olabildi.
artık istikamet belliydi: boş otel bulduğumuz tek yakın yere,
Mudurnu'ya gidecektik.

gece 03.00'te bavula 3-4 parça bi şey atıp ancak yatabilmiştim.
sabah 07.00'de kalkıp yarım gün işe gittim.
13.00 gibi de arkadaşlarımızı evinden alıp bizim Toruk Macto'yla yola çıktık.

yolda 4 kişi.
kah iğrenç acayip berbat espriler yaparak,
kah marş-şarkı-türkü Allah ne verdiyse söyleyerek Mudurnu'ya ulaştık.
yola zor çıkabildiğimiz için saat geç olmuştu.
biz de şirin mi küçük,
otantik mi ahşap otelimize çantaları bırakıp kendimizi Mudurnu sokaklarına attık.

Mudurnu küçük, kendi içine kapanık yaşadığını tahmin ettiğimiz bir yer.
Safranbolu evlerini çağrıştıran evleriyle, parke taşlı dar sokaklarıyla şirin bir yer.
fakat minicik bir yer!
o sebeple dolaşma faslı çabuk bitti.
biz de oranın en meşhur şeyinin o olduğunu fark edip,
taptaze leplezzitli oporagnik mis gibi tavuk yemekleri yedik.
bir de keşli cevizli erişte.
o da "biraz" yağlı olmakla birlikte lezzetli bir şeydi.

yemekten sonra otelimize dönüp,
4 arkadaş bir arada olmanın gerektirdiği kağıt oynama,
okey oynama, muhabbet etme, Türkiye'yi kurtarma gibi tüm görevleri gerçekleştirdik.
Ertesi gün 09.00'da kahvaltıya inip,
nefis köy kahvaltısını midelerimize indirdik.

(bu arada sevdicek ben kötüyüm,
biraz ateşim var filan diyo ama,
ben hafif bi grip başlangıcıdır falan diye pek üstünde durmuyorum.)

ilk olarak Abant'a gittik.
İstanbul'da bu yıl kar görmemiştik,
bu yüzden orada kar olduğunu sevinçle fark ettik.
önce şambrelle kaydık,
sonra buz tutmuş gölün üzerinde durup footğraf çektirdik.

Abant'tan sıkılınca Gölcük'e gittik, ( Bolu Gölcük tabii ki)
orada da 1,5 saat kadar dolaşıp,
sonra dönüş yoluna koyulmaya karar verdik.

Bolu Dağı'ndan geçerken sucuk ekmek yiyerek,
yolda rastladığımız "doğal ürün marketleri"nden alışveriş ederek,
İstanbul'a geldik.

sevdicek hala ben kötüyüm ateşim var filan diyordu ama
genel gidişatı hala sanki kapsamlı bir üşütme durumunu gösteriyordu.
son olarak ona bir ağrı kesici içirdim
ve uyudum.
sabah kalktığımda ateşi hiç düşmemişti,
aksine yanımda tir tir titremekteydi.
işyerinden izin istedim,
hastaneye geldik,
4-5 tahlil röntgen tomografi derken beklemediğimiz teşhis geldi,
sevdicek zatürreydi!

şimdilerde tedavisi kolaylaşmış da olsa sonuşta ciddi bir hastalık,
en azından bayağı bayağı hastalık.

soğuk almışsınız diyip

elimize bir kaç ilaç vererek bizi evimize göndereceğini sandığımız doktor,
önündeki kağıda en az 3 gün yatış yazınca acı gerçekle karşı karşıya geldik.

Sevgililer Günü'nü hastanede geçirdik,
galiba daha 3 gün de buradayız.
bu süre sonunda da en azından taburcu olacak kadar kendini toparlaması için duacıyız!

sonuç olarak sadece hayatımda ilk kez refakatçilik yapmıyorum,
ilk kez bir Sevgililer Günü'nü hastanede acı çeken bir sevdicekle geçiriyorum.

duygularım karmakarışık,
çok yorgun ve uykusuzum.
bana uygun görecekleri refakatçi yatağında uyuyabilecek miyim,
onu merak ediorum..




6.02.2011

pardon,ciddi olmalıydık di mi? çünkü hayat öyle!


birine gözlerini kalp yapıp bakmak çok mu zor?

hele ki karşındakinin tek isteği buysa..



5.02.2011

tam şu anda neler oluyor?


%15 zam aldım diye ablama telefon açacak hale gelmişim.
%15!
eskiden 20leri 25leri beğenmezken,
son 2 senedir %6lar %7ler vurulunca yüzümüze,
%15'i nereye koyacağımı bilemedim tabi.

Allah hayırlısıyla harcamayı nasip etsin.
Amin!

bu arada psikolojim o kadar kötü ki,
artık kendi kendime düşüncelerimin hastalıklı olduğunu tespit edebiliyorum,
yani bir psikolog edasıyla kendime dışardan bakabiliyorum.
yuh yani bu düşünceyi nerden kafana getirdin yerleştirdin,
bu resmen paranoya filan diyebiliyorum kendi kendime.
fakat bunlara hala bir çözüm bulamıyorum.
tespit var tedavi yok anlayacağınız
ve ben artık "normal düşünce" neydi onu unuttuğum bir yolda ilerliyorum.
insan her sabah mutsuz uyanır mı?
walla oluyor.

artık işi espriye vurdum.
biri kafamı attırınca "bulaşmayın elin şizofrenine, obsesifine, psikolojik manyağına" diyorum kendim için.
bunun bir adım sonrasında kendimi kolumda bir iğneyle bir kliniğe yatırılmış bulacağım sanırım.

bu arada yolum hastaneye de düştü ama başka bir şey için.
günlerdir süren boğaz ağrısı bugün ateş de yapınca,
bana Alman Hastanesi yolları göründü.
bademciklerim şişmiş.
hay bin kunduz!
şimdi sırası mıydı?
ay sonu ve yılın zam zamanı ve cuma yani her türlü işte olmam gereken bir gün!
ama ateşler içinde önce doktora koşmak
sonra 2 saat yol yapıp eve gelmek zorunda kaldım.

ilaç kürü ve ılık bi banyodan sonra şimdi biraz iyi gibi miyim?
yok baktım da hala değilim.
yutkunamıyorum ulan!
o çok koyuyo.
yoksa ateş dediğin şey bildiğin alkol kafası.

Beyaz'ı açtım biraz önce,
Mehmet Günsur'la yeni filminden arkadaşları çıkmış.
bi fransız filminde oynamak için yarın Kamboçya'ya gidiomuş,
onu anlatıo.
way way way!
biz de iş yapıyoruz diye geçiniyoruz.
Amerika saplantım yok sadece mutlu olduğum işleri yapmak istiyorum dedi.
yürü be kim tutar seni.

ben de sadece mutlu olduğum işler yapmak istiyorum.
mutluluğun ne olduğunu hatırlamak istiyorum.

ha etrafa gülücükler saçmıyor muyum?
saçıyorum ama mutluluktan değil.
kendimi nedense devam etmek zorunda hissettiğimden,
bi şeyleri hafife alıyormuşum gibi takılmak işime geliyor.

aylardır gerçekten gülmedim oysa.