30.04.2008

taze evli... yeni gelin...


merhaba
“ taze evli “ yeni gelininizden selamlar.
yazıya böyle başladım çünkü hayatımın bu döneminde duyduğum sözcük bu.
taze evli,
yeni gelin.
- nasıl gidiyor hayat?
- iyi..
- evlilik nasıl?
- iyi..

cevabı kısa ve önceden malum bu soruları sormaktan bıkmıyor insanlar.
bu onlara bir çeşit yükümlülük gibi geliyor çünkü.
ben de sonsuz bir kayıtsızlıkla yapıştırıyorum hep aynı cevabı:
- iyi!
( daha başka ne denilebilecekse! )

favori soru no 2 ise:
yemek yapabiliyor musun?
ki bu aslında “ yemek yapmayı öğrendin mi “ sorusunun kibar biçimi.
etrafımdakiler yemek yapmayı bilmediğimi biliyorlar zira.
( bilmediğimi bildiklerinin tarafımdan bilinmesi! )

yani bu “ ince “ sorunun altında aslında:
- dün akşam bişiyler pişirebildin mi bari?
iması gizli!

genel bi cevap veriyim:
pişirebildim,
pişirebiliyorum
gerekirse pişiririm.

örn. dün akşam fırında köfte yaptım.
cidden yaptım.
ama,
önce patatesleri tepsiye dizdiiiiimmmmm
filan gibi bir tarif beklemiyorsunuz benden herhalde?
herkesin yaptığı gibi yaptım işte!
lezzetli de oldu.
sefkiliden bi:
- anneminkinden daha güzel olmuş!
cümlesi kopardım.
düşünün bi tümcenin içeriğini!
( elimde minik ve hain bir koz var artık. )

bunun dışında,
şu sıralar evde sürekli DVD izlediğimizden,
gündemden oldukça uzak kaldım.
işyerinde ne kadar göz atabilirsem onunla yetiniyorum.
kısacası çoğu konuda Fransızım.

yine de çevrede gezinen 14 yaşında çocuğa tecavüz iğrençliğinden haberdar değilim demek değil bu!
olayın farkındayım,
rezilliğinin farkındayım,
utanç vericiliğinin ve iğrençliğinin de.
bir taraftan da “ biz bunların böyle olduğunu zaten biliyorduk “ duygusu içimde.
bunca insana destekledikleri siyasi akım yüzünden kızmamızın sebebi de bu.
kanaat önderi saydıkları insanların iç yüzünü göremiyorlar diye!
ha,
ben bu yapılana karşı değilim,
14 gayet iyi yaştır,
çoluk çocuk dinlemem ilişkiye girerim diyen,
adamı da yaptığında haklı gören varsa,
onu bilemeyeceğim!

ben sadece bu olayı lanetlemekle yetineceğim.
ve kendi hayatımla ilgilenmeye devam edeceğim.
arada olan,
bu olayı yaşamak zorunda kalmış olan kıza olacak.

ama ben yeni evliyim,
kimi yeni anne – baba olmuş,
kiminin işyeri problemli,
kimisi ise tatilde vs.
kısacası her zaman,
herkesin bir yerlerde bi işi çıkacak.
ateş hep olduğu gibi,
yine düştüğü yeri yakacak.

o zaman,
hayatta başarılar hepimize.


25.04.2008

bir ev varmış.. dünyadaymış.. dünyaeviymiş.. artık içindeyim...


evet gelemedim
ve yazamadım.
ama inanın yazamamamın önemli bir sebebi vardı :
evlendim.

bunca koşuşturmalar,
hazırlıklar,
telaşlar sonucunda,
12 Nisan 2008 günü resmi olarak dünyaevine girdim.
( tebrikleri bilahare aliiim )

Nikah Beşiktaş Evlendirme Dairesi’ ndeydi.
ardından da Beyoğlu Andon’ a gidildi.
terasta yenildi, içildi, eğlenildi.

ama o ana gelinceye kadar likelife’ ınız ne aşamalardan geçti!
kuaförler,
fotoğrafçılar,
yok efendim “ evden çıkmalar “..
çoğunluğu kabus gibiydi.
gelin arabasının üzerine atlayan çocuklar da cabası.
nikah dairesinden çıkışta süslerin tümünü çıkardık tabi.

erken bir saatte vardığımız nikah salonunda,
gelin odasında bekleme işi stresliydi.
şahidim bir türlü gelemedi.
ama çelenklerimiz,
çiçek buketlerimiz,
telgraflarımız geldi.
çoğu heyecanlı birkaç dakika hızla geçti
ve ben birdenbire evli biri oluverdim.

ertesi gün balayı için abant’ a doğru yola çıktığımızda istanbul’ da trafik kilitti.
uzun dakikalar boş yere geçti.
istanbul’ dan kurtulduktan sonra,
2 saatte vardık abant’ a.
çevrede neresi varsa gezdik.
köy kahvaltıları ettik,
dere kenarında sucuk ekmekler yedik,
gölün etrafında faytonla gezdik,
yedigöller’ e giderken inanılmaz tehlikeler geçirdik.
( 26 km daracık bir stabilize yol.
tamamı viraj ve arabanın içine dolan toz toprakla ancak 1 saatte çıkabildik 1.200 küsur metre rakıma.
arabanın lastiği patlasa,
ya da biri önümüzü kesip bizi soysa,
görecek,
duyacak,
yardımcı olacak bir Allah’ ın kulu yok.
cep telefonu da çekmiyor bittabii )

kısacası bol bol gezdik,
gördüğümüz,
dokunduğumuz,
tattığımız her şeyde,
neşemize “ vay beee “ nidalarını ekledik.
şaşırdık,
hayran kaldık,
ezberledik,
sevdik.

kafamda durmaksızın dönen
“ hayatımın son anına kadar,
bugünleri özleyeceğimi biliyorum “ cümlesiyle döndüm İstanbul’ a…



7.04.2008

bu anı sakla.. bu anıyı unutma..


kendi kendine hatırlat:
“ bu anı unutma “
“ bu anıyı hatırla! “
bu aralar daha sık yapmaya çalıştığım,
ancak pek başarılı olamadığım şey bu.

çok mutlu olmam gereken anlar gelip geçtiğinde,
ancak ben stres ve heyecandan onların geçip gittiğini göremeyecek duruma geldiğimde,
“ yaşadığın mutluluğu fark et “ diye uyarılmaya ihtiyacım var.
bunu “ o anda “ yapabilecek tek kişi de benim sonuçta!

bu yüzden ara sıra kendimi durdurmak
ve anın önemini kendime hatırlatmak zorunda kalıyorum.

12-13 yaşlarından itibaren,
tüm orta - üst yaş grubundan duyduğumuz
“ gençliğinin kıymetini bil! “ talimatının benzerini,
yani,
“ nişanlı olmanın kıymetini bil “ şekline getirilmişini,
mütemadiyen almaktayım.
ancak tıpkı gençliğimin kıymetini bilmeyi nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikrim olmadığı gibi,
bu yeni “ nişan döneminin kıymetini bil “ önerisini nasıl gerçekleştireceğim konusunda da fikir sahibi değilim.

bulduğum tek yol az önce bahsettiğim,
“ aklını bu saniyeye odakla
ve ileride bu mutluluğu hatırla! “
yöntemi.

geçmişte düşlediğm,
ancak bir çoğu için karnıma sancılar girerek “ ya başaramazsam? “ dediğim pek çok şeyi başarmış vaziyetteyim,
bir kısmını ise başarmanın eşiğindeyim.

eminim,
lisedeyken olduğum kızın yanına bir anlığına gidebilseydim
ve aklındaki bir çok şeyi başaracağını kulağına fısıldayabilseydim,
bu mutlulukla onu yıldızlara götürüp geri getirebilirdim.

16 yaşındaki halimle 26 yaşındaki halim arasında eminim şu konuşmalar geçerdi:

- 16 yaş ( gözlerini kocaman açarak ) : 18 yaşına gelebilecek miyim?
- 26 yaş : eee karşında olduğuma göre? evet geleceksin.
- 16 yaş : yani reşit olduğum o muhteşem günü görebileceğim?
- 26 : evet!
- 16 : peki ehliyet alabilecek miyim?
- 26 : tabii ki!
- 16: sormaya korkuyorum ama, üniversiteyi kazanabilecek miyim?
- 26: merak etme!
- 16: İstanbul dışı mı peki?
- 26 : İstanbul dışında okumana zaten izin vermezler ki!
- 16 ( gözleri dolarak ) : biliyorum. ama zorla da olsa kazanırsam gideceğimi de biliyorum. o yüzden sen söyle.
- 26 : üzülme. gideceğin yer İstanbul Üniversitesi.
- 16 ( çığlık atarak ) : aşık olduğum şehrimde kalıyorum yani!!
- 26 ( sıkılarak ) : evettttt..
- 16 : peki arkadaşlarımla istediğim gibi vakit geçirebiliyor muyum,
Taksim’ de gönlümce, istediğim zaman gezebiliyor muyum?
- 26 : Taksim’ den kusacak hale geliyorsun. her zaman ki gibi işin suyunu çıkarıyorsun.
- 16 : olsun.. peki aşk konusunda kafamı toparlayabiliyor muyum?
- 26 : o konuya hiç girmesek?
- 16 : lütfennnnn..
- 26 : tamam.. önce her şeyi arapsaçına çeviriyorsun.. ama sonra toparlıyorsun..
- 16 : bu ne demek oluyor?
- 26 : üniversite 2. sınıfta başlayacağın ilişkiye hala devam ediyorum
ve bir kaç gün içinde onunla evleniyorum demek oluyor
- 16 : neeeeeeeeeeeeeeeeee?
- 26 : …
- 16 : 26 yaşında evleniyorum demek!
- 26 : ???
- 16 : evleneceğimi hiç düşünmemiştim..
- 26 : emin misin?
- 16 : yani tamam.. belki olacağını biliyordum ama.. 26 ha? 30’ u bekleyemez misin?
- 26 : neden bekleyeyim? zaten senelerdir birlikteyiz..
- 16 : nasıl bir aşktı peki? hiç bitmedi mi, yormadı mı, üzmedi mi?
- 26 : aşktan bahsettiğimizin farkında mısın sen?
- 16 : pardon, büyüdükçe belki bir şeyler değişiyordur demiştim..
- 26 : hayır, değişmiyor. ruhun aynen şu anki gibi kalıyor. tabi aşka bakışın da..
- 16 : yerlerde sürünmeye devam yani?
- 26 : daha da beteri.. ama en güzeli..
- 16 : nasıl yani?
- 26 : çok seveceksin.. çok da sevileceksin.. tutkuyu da, acıyı da dibine kadar yaşayacaksın yani..
- 16 : peki sen, şu anda nasıl hissediyorsun kendini?
- 26 : ne gibi?
- 16 : şu an bu yaşadıklarının, mutluluklarının tadını çıkarabiliyor musun yani?
- 26 : daha çok.. koşturuyorum ve yorgunum aslında.. pek.. pek düşünemiyorum sanki..
- 16 : o zaman bir dakika durakla ve benim yaşımdayken şu an sahip olduklarının özlemini nasıl çektiğini hatırla!
- 26 : ???
- 16 : 18 yaşından büyüksün, ehliyetini almışsın, üniversiteyi kazanmışsın, üstelik bitirmişsin, işe bile girmişsin, yıllardır sürdürdüğün bir ilişkin var ve onunla evlenmek üzeresin.
- 26 : e.. e-vet..
- 16 : yani önünde sevgilinle beraber geçirebileceğin kocaman bir ömür uzanıyor..
- 26 : öyle görünüyor..
- 16 : bildiğin sağlık problemin de yok anladığım kadarıyla..
- 26 : neyse ki..
- 16 : zıplayarak bağırıp “ mutluluktan uçuyorum “ dememek için nasıl tutuyorsun kendini?
- 26 : b-ben.. bilmiyorum aslında.. korkularım var hala..
- 16 : mesela?
- 26 : mutlu olabilecek miyiz mesela? istediğimiz gibi bir hayat yaşayabilecek miyiz mesela? aynı evde yaşamak bize nelere mal olacak mesela? aşkımıza, tutkumuza, bağlılığımıza ne olacak mesela?
- 16 : bunca yıldır ne olduysa o olacak!
- 26 : yani?
- 16 : acı çeksen de yok olmayacak.. derin aşkları anlatan kitaplarda yazan her şeyi unuttun mu sen?
- 26 : ya gerçek hayat o kitaplardaki gibi olmazsa?
- 16 : bu da hayatın güzelliği ya zaten.. sürprizin hiç bitmemesi.. kötü şeylerle de yüzleşebilirsin.. ayrılabilirsin, hastalanabilirsin, ölebilirsin..
- 26 : korkutucu şeyler de yok değil yani!
- 16 : iyi de sırf bu bile, şu an yaşadıklarının değerini bilmen için yeterli değil mi?
- 26 : iyi ya da kötü, tüm yaşanacaklarıyla yaşamın büyük bir hediye paketi gibi önümde durmasından söz ediyorsun sanki!
- 16 : evet öyle yapıyorum.. ve korkularını anlayamıyorum..
- 26 : ya dayanamazsam.. ya çok mutsuz olursam ve katlanamazsam diye düşünüyorum..
- 16 : sen katlanırsın! sen dayanırsın! ölümleri de, ayrılıkları da, tüm sancıları da atlatırsın.. mutlulukları da sonuna kadar yaşarsın..
- 26 : o halde beynimi şu ana odakla.. bu mutluluğu sakla..
- 16 : kayıtlara geçsin o halde…

ben, şu an, 26 yaşında, koltuğumda oturmakta, şu ana kadar ulaşmış olduğum tüm noktaların tadını çıkarmakta,
bulunduğum yerin keyfine varmaktayım..
evliliğime günler kala,
evimin neredeyse tüm eksiklerini tamamlamış,
gelinliğimi alıp uyuduğum odanın duvarına asmış,
kendini ” o günün “ büyük heyecanına hazır vaziyette beklemeye almış,
çalışan,
para kazanan,
okuyan,
gelecekten hem korkan,
hem de mutlulukla kalbi deli gibi çarpan,
16 yaşının heveslerini de hala yanında taşıyan biriyim…

galiba,
bir an sonra bu duyguyu kaybedebilme ihtimalini bilsem de,
ben,
şu an,
gayet iyiyim…

1.04.2008

gidişat budur...


zamanın dışında kalmaktansa,
içine girmeyi tercih ederim.
ama bir şeyi tercih ediyor olmam,
onu hemen başarıyor olmam demek değil.
başaramıyorum nitekim.

bu “ evlilik hazırlıkları “ denen dönem de,
ne menem bir şeyse,
bir anda avucunun içine alıveriyor sizi.
düşünmeden attığınız her hangi bir adımın
ya da boşa geçirdiğiniz herhangi bir dakikanın
suçluluk duygusunu yaşayabiliyorsunuz.
ya da yaptıklarınız,
bir anda boyunuzu aşabiliyor.
yetiştiremiyorsunuz,
unutuyorsunuz,
bulunmanız gereken yerler,
teslim almanız gereken şeyler son anda aklınıza gelebiliyor.
sürekli bir panik
ve kaos duygusu.
artısı da üzerinize akşamları birdenbire çöken korkunç yorgunluk oluyor.

anlayacağınız işler bu rayda.
işin romantik boyutu tamamen unutulmuş durumda.
hem de ben tam tersini isterken.
ama bana fikrimi ve duygularımı çok fazla soran yok nasılsa.

kırıldığım ve üzüldüğüm şeyleri taraf tarafa toplasam,
bu işten çoktan soğuyup gitmiştim.
gel gör ki adam gibi önümü bile göremeyecek kadar karışmış vaziyetteyim.
“ affet ve unut “ şu anki hislerime çok uzak bir felsefe.
ama eninde sonunda yapmak zorunda bırakılacağım şey bu.
en azından yüzeyde.

peki ya derinde?