24.09.2008

...


etkileniyorum..
olaylardan,
insanlardan,
her şeyden..

sulu zırtlak değilim,
ama bazen fena duygulanıyorum..
dün oktay ekşi’ nin eşini kaybetme korkusunu müthiş bir naiflikle anlatışını okurken birden ağlamaya başlamam gibi..

-(ben, gazeteden okuyorum): hanımelinin kokusunu onunla paylaşmayı özlediğini düşünüyorsun. acaba bu yaz bahçedeki ağaçlar tekrar aynı güzellikte açacak mı? biz yine birlikte onları seyredebilecek miyiz? diyorsun ( böhü böhü )
-(sevdicek, yanıma gelip sarılarak ) : ooo nooldu şimdi, neden ağlıosun..
- adama bak yaaa, nası sevio karısını.. 45 yıldır hem de…
- biz de böyle olalım mı aşkım?
- olabilecek miyiz?
- neden olmayalım?
- ben senden önce ölürsem güzel bi ölüm ilanı ver bari..
- ya saçma sapan konuşmaya başlama şimdi.. öyle bi şey olmayacak..

öyle bir şey olmayacak..
ben ondan önce ölmeyeceğim..
??
nereden biliyoruz?
sevdiklerimizin bizden önce göçüp gitmeyeceğini?
ya da ölüm anımızda,
şu an yanımızda olup bizi sevenlerin bize omuz vereceğini?
yapayalnız ölüp gitme korkunuza ne oldu?
hiç mi aklınıza gelmiyor o ana kafanıza hücum ediverecek düşünceler?
benim geliyor..
ben henüz o denli olgun
ve metin bir insan değilim..
ve geleceği düşünerek kendi kendime panikler yaşayabilirim..

ve buna sadece ölüm dahil değil..
en minik detayların yokluğunu düşleyerek,
kendimi bir anın depresyonunda boğabilirim..
bir saniye sonra da korkunç mutlu olabilirim ama..

her şeyi bırakıp bir
“ semiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiihhhhh “ nidasıyla fırlayabilirim ayağa..
yanımda kim varsa boynuna atlayabilir
tek bir golün sevinciyle dönebilirim hayata..

yaptım da..
cuma akşamı ben de katıldım o mutlu kalabalığa..
son dakika golümüzü
ve penaltılarla yarı finale yükselişimizi kutladım zıplaya zıplaya…
ve umutlarımı aldım yükledim bu haftaya..

dünyanın en uzak görünen çarşambasına…

Hiç yorum yok: