8.10.2008

çalışmayabilme.... ya da hayatta kalmak yaşamak mıdır?


dalgacı zırtlak filan olduğumdan değil,
tembellikten de değil,
gerçek şeyler üretebilmek,
insan kalabilmek,
doğru anlamda yaşayabilmek adına talep ettiğim
“ çalışmayabilme,
iş hayatından ayrılabilmeyi seçebilme “ özgürlüğünün her insana tanınması,
her halükarda,
daha doğrusu “ bu halükarda “ ölmeyebileceğini,
pek ala yaşayabileceğini bilmesi hürriyetinin,
hepimize,
o da olmuyorsa sadece bana tanınması adına sürdürdüğüm mücadelenin,
“ tembelsin işte! “ biçiminde algılayamama duvarlarına çarpıp çarpıp geri gelmesinin yıldönümlerinden birinde,
yüreğime inceden bir su serpildi sevgili okuyucu.

perihan mağden’ in eski bir yazısının yayımlanması sonucu oldu bu!
-benim daha önce okumadığım-
ne buyurmuş yazısında?
ilgili bölümün alıntılanmışı aşağıda:


“ oysa dilediğinizce uyuma hakkı elinizden alındığında rüya da göremez, daha doğrusu gördüğünüz rüyaları hatırlayamazsınız.
Zaman, bir hapishane çizelgesine dönüşür.
Her saat halletmeniz gereken kalemler, bunlardan kaytarmaya cüret edecekseniz, kendi kendinize vermeniz gereken hesaplar vardır: Dolusunuzdur. Da neyle? Bir sürü hamaliye saçmalıkla.
Her gün, listelerle sona erer. Her gün, atlamanız gereken bir sürü engelle donanmış bir koşudur.
Siz de iyi eğitilmiş ve yarışmak dışında hiçbir şeye hakkı olmadığını iliklerine kadar hisseden bir yarış atı.Mekanik bir at üstelik.
Her türlü haz duygusundan tasarlanırken muaf tutulmuş.
Bazen yangından mal kaçırır gibi, biraz zaman araklamaya kalkarsınız işten güçten.
Ne acıklı bir çaba! Bunu faiziyle ödemeniz gerektiğini bilmek, o soluk soluğalık ‘araklanan’ zamanı baştan lekeler.
Mükemmel ve el değmemiş bir zaman dilimi, sizin için artık mümkün değildir.Penang’ta yine üç gün bir ‘otelin’ yatakhanesinde yalnızca aşağıdaki lokantaya inmelerinizle bölünen Dostoyevski okuduğunuz günleri hatırlarsınız.
Nerdeyse bir sıla hasretiyle. Bir sürgün duygusuyla.
Bir daha böyle günlerin, kapınıza umulmadık bir hediye gibi bırakılmayacağını eşekler gibi bilerek. Eşekler gibi mahzun ve derisi kalın. Gerçek ve derin, ipin ucu koyverilmiş, bedbahtlıklara bile artık zamanınız yoktur. Hiç yoktur.
Karı hissedemezsiniz. Yağmuru. Rüzgârı.
Bir nevi izolasyon malzemesiyle tecrit edilmiştir ruhunuz ve bedeniniz. Doğayla ilişkiniz, hayatın doğallığıyla ilişkiniz kopmuş gitmiştir. Zavallı bir memursunuzdur.
Artık herkes, bu hayatların her sabah kartını deldirmesi gereken, bitap memurlarıdır.
Tüm arkadaşlarınız da sizin gibi enselenmişlerdir. Tesisat işleri, elektrik makbuzu, perdelerin yıkanması, yapılması gereken telefon konuşmaları, ödenmesi gereken borçlardan ibaretsinizdir.Bazen arkadaşınızla karşılıklı şikâyet ve ağlaşmayla bir yarım saat geçirirsiniz.
Yan yana oturup ‘Yüzbaşı Volkan’, ‘Dr. No’ okuduğunuz günlerin zavallı siluetleri olarak.
Kavga bile edemezsiniz artık. Şiddetli kavgalar ve ağlamalar çoook gerilerdedir. Vızırdarsınız, cızırdarsınız, laf sokuşturursunuz. Siz artık siz değilsinizdir.
Yeni bir insan da değilsinizdir. Zaruretleri yerine getirmekle mükellef bir kılıf.
İçiniz boştur. Eskiden kalbin durduğu yerde kırık, imitasyon bir şeyler durur. ‘Şeyler’dir onlar. Gerçek hiçbir şey yoktur artık zira. Olamaz da. “

işte bu,
anlatmak istediğim bu,
demek istediğim bu.
insanlıksızlaşıyoruz.
bizi biz yapan gerçek duygularımızı,
o hırsla ağlamalarımızı,
deli gibi gülmelerimizi yi-ti-ri-yor-uz (biz).
hepimiz.

örneğin cuma akşamıysa
ve sevdicek beni kızdırdıysa,
eskisi gibi kendimden geçerek,
kendimi yerlere atarak,
ağlayıp tırnak göstererek,
öfkeden kudurup kendimi odalara kapatarak filan kavga edemiyorum!
en fazla laf sokuyorum,
kızdığımı ince ince belli ediyorum,
en ağırı bir süre somurtuyorum.
sebep?
bir kavgadan dolayı koskoca haftasonumun rezil olmasını istemiyorum.
biriktirip yuvarlayarak haftasonuna sıkıştırılmış,
konsantre edilmiş neşelerimizi,
bir şişe suya koyup sulandıracakken tam,
gülebilecekken
ve eğlenebilecekken tam,
koskocaman hüzünleri alıp bağrıma ağırlaşan bir taş gibi basmak istemiyorum.
çünkü pazartesi zaten iş gelecek,
zaten stres,
zaten yoğunluk,
zaten bitap düşmek ve somurtmak gelecek.
5 (beş) koca gün daha
tekrar keyiflen(e)bilmek için beklenilecek.
o halde ne gerek var kavgaya?
öfkeni de
üzüntünü de alt sınırda yaşa,
diplerde gezin,
gitgide daha sığ ol,
aman sakın boğulma!
çünkü dayanmak ve güçlü olmak zorundasın “ sonunda “ .
çünkü arkanı dayayabileceğin sistem değil içinde bulunduğun “sonunda“ .
kimse cebine paranı koymayacak,
al seyahat et,
öğren,
açıl
ya da bir otel odasına kapanıp saatlerce oku demeyecek sana “ sonunda” !
“ bak önce sokakta kalırsın,
sonra da aç kalıp ölürsün “ diye tepende emperyalizmin kılıcı sallanacak en fazla!

işte ben buna karşıyım en çok da.

Hiç yorum yok: