11.10.2008

YORUM FARKI! ya da blogcu dostlarım hakkında...


ben uzun yazıyorum.
aslında o kadar uzun değil de,
fontu büyük ve kalın.
( oha. )

sık sık entera basmayı sevdiğimden,
bi satırda fazla bi şiy olmuyor aslında.
başlandığında çabucak okunup bitirilebiliyor.

ama başlanıyor mu?
acaba.
okunuyor muyum?
acaba.
beğeniliyor muyum?
acaba.
bunlar kafamda gezinen önemli birer soru.
bunları cevaplayabilecek olan da ne sayaçlar
ne de “ istatistikler “ sekmesi.
esas cevap yorumlarda.
ama ne hikmetse az yorum geliyor bana.
anlayamıyorum.
hafif yazıyorum oysa.
bir şeyler eklenebilir gibi yazıyorum.
bitirilmiş yazılar gibi değil de,
okuyucunun yorumuyla tamamlayabileceği gibi,
sonu açık bırakılmış,
çoğunluğu uçucu yazılar.

bunu da bilinçli yapıyorum.
nadir çıldırma anları dışında,
bloğun havasını ağırlaştırmıyorum.
ama yorumlar özellikle son zamanlarda iyice azalmış durumda.
bunun sebeplerinden biri “ eski dostların “ blogcuyu terk edip,
blogspotcu olmalarıdır mutlaka.
oralarda da bulmuşlar birbirlerini.
ben sanki öksüz kaldım buralarda.

taşınmaya da üşeniyorum.
o kadar yazıyı al,
kopyala.
arşiv diye bırakamam da ardımda.
bloğumda bir derinlik olsun,
çok yazı olsun,
isteyen gidip eski bi yazıma da zırt diye ulaşsın diye uzun zaman uğraştım sonuçta.

ama onları izlemeyi bıraktım,
yazılarını okumuyorum demek değil bu.
okuyorum.
takip ediyorum.
hem de soluk soluğa.

alpernatif mesela.
o nasıl bir dolphin macerasıdır ya?
kopuyorum,
hem de her satırda.

peki ya dolphinim,
yunusum.
nedir senin bu çektiklerin?
bitmeyecek mi demek isterim
ama bitmediğini de bilirim.
bir de size belki sadistlik gibi gelecek ama,
eski sevdicekle ilgili yazıları ayrı bir güzel geliyor bana.
çünkü bence bütün duyguları sonuna kadar yaşayan,
gerçek bir insan var orda.
“ ben sevgilimden ayrıldım ama turp gibiyim,
spora da giderim,
dünyayı da gezerim,
etkilenmem,
üzülmem “ diyenler,
yapay geliyor bana.
dolphinse tüm gerçekliğiyle duruyor orada.
evet belki acı çekiyor,
ama en azından yaşıyor.
uyuşturulmuş cam fanuslarda değil,
gerçek dünyada yaşıyor.
bu çok önemli bir nokta.

burdayımsaklanıyorumum.
sen hiç saklanma.
her gün yaz,
mutlaka yaz ama.
eğlenceli hallerin,
sel’ i övmelerin,
sevgilisiyle - kardeşin filan bir yana,
çerçey nedeniyle takılmıştım ben ilk sana.
hem kediyim,
hem kediseverim ne de olsa.
az iş değil bu da.
( artık kedim Arthur da var ya )
insan arıyor hayatı kendi penceresinden görenleri.
ve al işte.
dün akşam aynı şeyi seyretmişiz.
erdal sarızeybek bana hangi hisleri vermişse,
aynılarını vermiş ona da.
bunları okumak harika!

atalet!
yorum bile yapamıyorum ona.
tek söyleyebileceğim jötemmm vulevu kesköseeeee jö mapel likelifeeee.
( nasıl ama? )

şarkuteri zaten başka bir dünya.
“ yeni dünya “
şarküteri yeniliği,
ferahlığı,
dolaşmayı,
dünyaya açık olmayı çağrıştırıyor bana.
ailesinin ABD’ yi gezdiği yazıya bitmiştim mesela.
ve daha bir çoklarına.
şimdi yine yollarda.

jidotakafu’ yu alperden gördüm.
bi kaç kere uğradık birbirimizin bloğuna.
o bi kaç yorum da yazdı sonra.
öyle konu kapandı gibi oldu.
ya da o öyle sanıyor.
ama az da yazsa,
ben onun yazılarını okuyorum hala.
ve alpernatifizmdeki maceralarını bekliyorum merakla.
( kör oldun ya bi anda:(((
şişman da yaptı seni hain Alper )

hicasliyok kardeşim.
sen de bi kere bloğuma geldin.
“ benden sana sonsuz sevgi gösterileri “ gibi bi yorum yazdın gittin.
kimin nesiymiş bakayım merakıyla sayfana girdim,
dikkat kesildim.
bloğuna hala ara sıra gelip gidiyorum.
her geldiğimde,
bana lise-üni. dönemlerimi çağrıştırdığın için,
“ ah canım küçük kardeş napıo bakalım “ modunda yazılarını okuyorum.
ama zaman geçtikçe üni.deki sosyal faaliyetlerini,
projelerini,
ve özellikle aşkını okudukça,
yok yav koskoca bi kız oldu işte,
geçti artık o liseye gittiği,
ÖSS’ ye hazırlandığı dönem diyorum.
seviyorum.
gülüyorum.
kulağına “ aman noolursa olsun aşkı yaşa “ diyorum.
bu bi ayrılıp bi barışmalarını filan kendime fena halde benzetiyorum.
“ yapma “ demek istiyorum ama yapacak,
onu da biliyorum.
o yüzden sesimi çıkartmıyorum.

oyanın dünlüğü,
kendisini okuduğumdan habersiz,
çünkü onu da yorumların arasından filan tanıyarak çektim çıkardım.
arada bi uğruyorum,
ne yazmış bakıyorum.
ses yapmadan çıkıyorum.

çağlarbilir.
bu sayfaya ilk girenlerden.
ve bunu ilk ifade edenlerden.
yeri ayrı haliyle.
ama benim “ yeri ayrı “ dememe ihtiyaç duymadığını da bilirim ziyadesiyle.
çünkü bütün blog alemi peşinde.
herkes onu sevmekte,
takip etmekte.
( ne güzel işte )

gergin beyefendi,
yine uzaktan sevdiklerimden.
kızmasını istemiyorum.
kızlarını gezmeye götürdüğü yazılarını daha bi çok seviyorum.
okuyorum - kaçıyorum.

bu arada birilerini fena halde özlüyorum.
ennn birincisi keşkülü.
o bitaneydi diyorum başka bi şiy demiyorum.

bi de depresyonik manyaaam.
çok samimi değildik ama
ona yine de manyaaam canım şekerim diyebileceğimi biliyorum.
kafamı gözümü yarsa da 2. sn’ de güler onu da biliyorum.
bi de anne oldu artık.
nasıl tatlı olacağını tahmin edebiliyorum.

daha kimler kimler var okuduğum ama burada yazamıyorum.
çünkü sığdıramıyorum.
sadece şunu bilin istedim,
ben işyerinde “ kota “ problemleri nedeniyle çok az nete girebiliyorum,
evde de ancak bu bahsettiğim okumaları yapabiliyorum
o yüzden her zaman yorum yazamıyorum.
bir de “ yazın çok güzel “ gibi yavan yorumlar yazmak istemiyorum,
yanına espriler,
izlenimler,
duygular katmak istiyorum.
öyle olmayacaksa hiç olmasın diyerek
pek paylaşımcı olamıyorum.

belki bu yazıyı da bu yüzden yazdım.
ve şunu demek istedim.
Gölge gibi peşinizden ayrılmıyorum.
Ve yorum istiyorum!

( tabi bu yazıyı okuyup okumayacağınızı bile bilmiyorum.
kendimi kaderin ellerine teslim ediyorum )

Hiç yorum yok: