28.10.2008

babasının kızı...


babamla nasıl bir ilişkimiz var bizim diye düşündüm de az önce,
çözemedim evet.

baba-kızlarla ilgili mini bir yazı yetiverdi derin düşüncelere gark olmama.
çünkü ben bu “ bağı “ kendi kafamda analiz edememişimdir,
bir yerlere oturtamamışımdır pek.

dışarıdan bakıldığında “ kızına aşık babalar “ kategorisine sokulabilecek babam,
henüz liseye giderken sinirle kapanıp ağladığım odamdan bakıldığında ise öyle görünemeyebiliyordu evet.
beni şaşırtmakta da ustaydı
ve bünyemi sık sık şoka sokardı.
artık büyüdüğüm ve kendi paramı kazanmaya başladığım dönemlerde,
- bak bak kendi paramı diyor -
yapmayı düşündüğüm fiziksel birkaç değişikliği kendisine ilettiğimde,
ağzımı bir karış açık bırakacak şu cevabı vermişti :
- ama o zaman çok güzel, çok kusursuz bir kız olursun sen. bu kadarı fazla.

evet inkar edemem,
güzelliğimi yeterince kutsadı babam.
öyle ki bi yaşa kadar kendimi güzellik kraliçesi filan sandım.
aynı zamanda zor beğenen biri de olduğundan,
ondan aldığım iltifatları ayrı bir yere koyardım.
deniz akkaya’ nın en popüler olup,
dergi kapaklarını boy boy süslediği dönemlerde,
babam meşhur “ ipincecikse beğenirim “ düsturunu da ekleyip beynime:
- bu kadın şişman ve şaşı, cümlesini kazımıştı.

yani o şişman ve şaşıysa
ve ben de “ güzelsem “
bayağı bayağı büyük bi şeydim işte!
bi bakışımla kimbilir kimleri aşktan deliye çevirirdim.
sokakta sarışın, ince- uzun bi hatun gördüklerinde yamulan abilerin de
desteğiyle “ özgüvenli “ bir kız olarak yetiştim.
kendimce bu özelliklerimi okuyup-yazarak
“ kafaca “ da acaip geliştirdiğimden,
içi dolu turşucuk hallerimle,
kendimi pek sevmekteydim.
bu durumumu “ şımarık “ bulanlarınsa bu kendi problemleriydi!
beni ilgilendirmezdi.

işte bu burnu kaf dağı’ nda dönemin ardından iş hayatı geldi.
tabii büyüüüük şikayetlerle
ve kendisine yapıldığını düşündüğü büyüüüüüükkk haksızlıklarla likelife,
babasına problemlerini ilettiğinde aldığı yanıt netti:
- tabii ki sen de sıkıntı çekeceksin. herkes çalışıyor. senin ne ayrıcalığın var? sen de katlanmayı öğreneceksin!

bunun arkasından doğal bir “ ben de mi? “ isyanı geldi.
hani senin kızın el bebek gül bebekti,
çiçekti,
kelebekti?
bu hayatın dişlileri arasında ezilmesine nasıl izin verilebilirdi?
oysa bu baba için sadece hayatın basit bir gerçeğiydi.
onun zeka küpü güzel kızı “ ev kızı “ – sümme haşa - olamayacağına göre,
bu sıkıntıyı çekecekti.

ve çekti de.
ama hala hazmedemedi.

babamdan gelen “ karışık “ sinyaller aslında bu kadar değildi.
mesela yeri geldiğinde beni akıllı-becerikli vs diye tanımlayabilirken,
herhangi bir basit izin isteme durumunda “ çocuk “ konumuna düşürebilir,
zor durumda kalmama neden olabilirdi.
işte o günler odama kapanıp “ intikam “ yemini ettiğim günlerdi.
elbet bu günler geçecek,
benim elime kendi param,
kendi imkanlarım,
kendi hayatım geçecekti.
o zaman bütün dileklerim gerçekleşecek,
dünyanın eğlencesi ayaklarıma serilecekti.

o anki “ eğlence “ düşkünlüğümü
daha doğrusu lüksümü bana sağlayanın aslında babam olduğunu sonraları anlayabilecektim tabii.
benim “ bu gece arkadaşımda kalsam ne güzel olur “ diye düşünebilmem,
kafamı “ sadece “ bunlara verebilmem aslında onun eseriydi.
başka derdim olmadığından bu dertlerle kendimden geçebiliyordum.
ama bunları o anda anlamam benden beklenemezdi.
gençtim.
-hala gencim tabii ama o zaman en gençtim –
gezmeli,
beğenilmeli,
iltifatlar içinde yüzmeliydim.
yemin ediyorum hiçbir şeyden korkmadığım zamanlar oldu.
o kadar çok dünya bana aitmiş zannederdim ki,
ölüm bile bana değemezmiş gibi gelirdi.
toydum çok,
hem de nasıl.
gözü karalıklarımı anlattığımda hala sevdicek bile şaşırır,
nasıl girdin o ortamlara
ve nasıl çıktın,
neyine güvendin,
kimbilir hangi güç sana sahip çıktı diye.
bilmem.
herhalde tanrıydı.
ya da babamdı.

kısıtlanmışlıklarımı gözümde büyüttükçe büyütürken,
bana vermediklerine bakıp için için üzülürken,
“ bana güvenmiyor resmen “ diye isyanlara sürüklenirken,
aslında sadece onun sayesinde,
güvenli kozamda gelecek günleri sağlık içinde beklemekteydim.
ancak arada bir bana güvenmediğine emin olduğum kalbinden kopan,
üstelik başkalarına söylendiği için doğruluğundan şüphe etmediğim:
- akıllıdır benim kızım. ne yaptığını bilir, gibi cümleleri ağzından duyar,
ne düşüneceğimi,
ne hissedeceğimi bilemezdim.
bi an önce kopup gitme isteğiyle,
hep yanında kalma sıcaklığını bana yaşatan da bu değişken davranışlarıydı.

evlendim.
haliyle günlük yaşam içindeki en ufak kararları bile birlikte alma gibi bir durumumuz kalmadı.
ama hayatımdaki en önemli “ onaylayıcı kurum “ olma durumu da bozulmadı.
hala en basit desteğinden acayip gurur duyarım.
bana inanıp beğendiğini gösterdiğinde,
işi abartır neredeyse duygulanırım.

geçmişte
ve gerektiğinde ne kadar sert olabildiğini bildiğimden,
yumuşak bir şekilde “ beni hiç aramıyorsun “ diye sitem ettiğinde,
içimde bu duyguya karşılık olabilecek kutsal karşılıklar ararım,
yeni isimler yaratırım.
( evet sevmek çoğaltıcı. )

görüldüğü üzere bu imajı herhangi bir yafta altında toplamak zor olacak,
bu ilişki bir yerlere sığmayacak sanırım,
adına ne “ aşk “ ne “ nefret “ ilişkisi denilemeyecek,
tarafımdan yine nerelere konulacağı bilinemeyecek.

ancak bir gerçeğin altı çizilmeli burada.
o da bana bu ilişkiden çok şey geçtiği.
karakterimin bir çok özelliğinin bu ilişki çerçevesinde biçimlendiği.
asi yanlarımın sivrilmesi,
istediğim şeyler için mücadele etmeyi öğrenmem,
ya da bir onay cümlesine bu kadar önem vermem yanında,
insan ilişkilerinde yanar döner olmam da bu gel-gitlerin bana bir hediyesiydi.
“ sen kimseyi uğrunda yerlerde sürünecek kadar sevemezsin “ demişti bana biri.
sevebilirim tabi.
ama bunu belli etmeyecek,
çevresindekilere hep bir “ elim sende oynuyoruz “ duygusu verecek,
bir kaçan bir konan tabiata sahip olmama belki de beni geçmişte yaşadıklarım itti.
bu yolda üzdüklerim oldu mu?
belki.
ama en azından bunun özeleştirisini yapabiliyorum şimdi.

Hiç yorum yok: