20.11.2008

insanlarla yapılan gerçek deneyler...


bugün kafayı sıyırma sınırına geldim dayandım..
çünkü çok ilginç ve derin bir konuya daldım.
sıkıcı adıyla “ sosyal psikolojik deneyler “ ..
ya da insanlar üzerinde yapılan deneyler..
ancak konu araştırıldığında,
hiç de sıkıcı değil,
aksine inanılmaz ilgi çekici,
aynı oranda ürkütücü ve rahatsız ediciler..

aslında olay bugün birkaç yıl önce izlediğim
“ deney ( das experiment ) “ isimli filmin adının geçmesiyle başladı.
film o zamanlar çok çok az gittiğimiz kadıköy’ de,
sevdicekle kavga etmişken,
sırf kavga üstü eve dönmeyelim önce kafamız dağılsın şeklinde beni sürüklemesiyle,
küçücük ve düğün salonu bozması bir yerde,
yani çok kötü psikolojik şartlar içinde izlediğim bir filmdi.

mutsuzdum,
bitkindim,
isteksizdim
ve fakat çat!
film başladıktan sonra koltuğuma çivilendim.
sonuna kadar izlemeye dayanamayanların,
salonu terk edenlerin filan olduğu bir yapımdı bu.
sarsıcıydı.
adamı şöyle bir sallayıp sağlamca yerine geri oturtuyordu.
sonunda da sizi kafanızda soru işaretleriyle sokağa salıyordu.

film bu “ deney “ için gönüllülerin gazete ilanıyla aranmasıyla başlıyordu..
deneyin konusunu ise garip bir durum oluşturuyordu.
bir grup insan topluca bir hapishaneye gönderiliyorsunuz,
2 hafta bu hapishanede kalacaksınız,
mahkumiyet altında nasıl davranışlar sergilediğiniz incelenecek
ve iki haftanın sonunda 4.000 EUR para alacaksınız..
kolay gözüküyor değil mi?
maalesef değil..
çünkü deneklerin bilmediği bir şey var..
içeri girdiklerinde hepsi eşit olmayacaklar!
bir bölümü baştan beri bildikleri gibi mahkum statüsünde kalacakken,
bir kısmı “ gardiyan “ rolüne soyunacaklar ve içerideki düzeni sağlayacaklar..

zaten sağlıyorlar..
ama nasıl sağlıyorlar?
bir deneyin içinde olduklarını tamamen unutup,
kendilerini aldıkları yetkinin ve ellerindeki gücün etkisine kaptırıyorlar,
işkenceye başvuruyorlar.
mahkumlarsa oradan asla çıkamayacaklarına inanmaya başlıyor,
isyan ve kaçış planları yapıyorlar.
olayı izleyip denetlemesi gereken bilim adamları ve güvenlik bir süre sonra yetersiz kalıp devre dışı oluyor
ve şimdi uzun uzun anlatmak istemeyeceğim inanılmaz dehşet
ve vahşet sahneleri yaşanıyor.

“ insanlık “ kavramına inancınız azalıyor.
birbirinize güveniniz azalıyor.
birlikte yaşama ve dayanışma denen şeylerin illüzyon olduğunu,
bilinçaltında aslında her an vahşileşebilecek,
koşullandırmaya ve itaat etmeye hazır canavarlar bulundurduğumuzu yüzümüze vuruyor.

çıkınca bir süre sarsılmış vaziyette kalıyor,
sonra da konusu geçtikçe etkileyiciliğinden dem vuruyorsunuz
ama bir süre sonra unutuyorsunuz.
taa ki benim bugün öğrendiğim gibi bunun gerçek bir olay olduğunu fark edeceğiniz güne kadar.

evet,
cahil diyebilirsiniz belki ama ben bu filmin Stanford Deneyi diye adlandırılan gerçek bir deneye dayandığını bugün öğrendim!
ve dehşetten dehşete sürüklendim.
sonra da diğer “ insanlı “ deneyleri öğrenmek için google’ a yüklendim.
o kadar çok şey gördüm ki insanlara olan inancımı neredeyse tümüyle yitirdim..

aslında psikolojiye bu denli yabancı değilim.
hatta sürekli psikoloji kitapları okuduğum bir dönem geçirdim.
ama bunlar paranoya - şizofreni gibi tanılar konulmuş hastalara uygulanan tedaviler
ya da ağır depresyon altında psikiyatra baş vuran hastalara uygulanan yenilikçi psikanaliz yöntemleriydi.
rüyalara,
çocukluğa eğilme vs vs..

nedense o dönemde bu sıradan insanlarla yapılan,
yani aslında hiçbir psikolojik rahatsızlıkla ilgili tanı konulmamış,
tamamen “ random “ seçilmiş insanlarla yapılan deneyler hiç gözüme ilişmemişti.

bugün bir anda birkaçıyla birden yüzleşmek beni fena sersemletti.
örneğin Milgram deneyi.
70’ lerde Yale Üniversitesi’ nde yapılıyor.
gönüllü iki insan arasında kura çekiliyor.
çekilen kağıtlardan birinde “ öğrenci “ biri “ öğretmen “ yazıyor..
kura sonucu kişiler bu rollerden birini alıyor..

öğretmen ve öğrenci arasına bir paravan konuluyor.
böylece birbirlerini görmüyorlar ama duyabiliyorlar.
öğretmenden öğrenciye bir takım kelime gruplarını yüksek sesle söyleyerek ezberletmesi isteniyor.
öğrenci verilen grupları öğrenip hatasız tekrar ederse sorun yok.
öğrenemezse her yanlış cevap için öğrenciye elektrik şoku vereceksin deniliyor.

buna göre öğrenci bir yanlış cevap verdiğinde,
öğretmen elindeki butonu kullanarak öğrenciye 15 voltluk elektrik akımı gönderecek.
2. yanlış cevapta 30 volt,
3. de 45 volt..
bu şekilde artarak 450 volt’ a (!) kadar gidecek.
deney başlamadan önce de öğretmene,
karşı tarafın nasıl bir acı çekeceğini anlaması için 45 voltluk küçük bir şok uygulanıyor.

deneyin can alıcı kısmı şu:
başta çekilen kura aslında düzmece ve “ öğrenci “ konumundaki kişi işbirlikçi.
yani asıl denek sadece öğretmen.
öğrenci rolündeki kişi gerçekte elektrik akımına bağlı değil,
ama paravanın arkasında olduğu için öğretmen bunu bilmiyor,
gerçekten elektrik verdiğini sanıyor.
şu sınanıyor:
senden önemli gördüğün birileri sana “ şunu yap “ dedi diye,
tanımadığın birine,
her şeyden önce bir insana,
çok acı çekeceğini de bilerek 450 volt gibi ölümcül olabilecek dozlarda elektrik verecek misin?

deney başlıyor..
öğrenci önce doğru cevaplar veriyor..
sonra yanlış cevap vermeye başlıyor
ve öğretmen şokları veriyor…
doz gitgide artıp 120’ yi aştıkça,
öğrenci inanılmaz çığlıklar atıyor.
- tabii sahte olarak -
artık dayanamayacağını,
kalp hastası olduğunu,
deneyden çıkmak istediğini haykırıyor.
“ öğretmen “ bu çığlıkların sahte olduğunu bilmediği halde,
şoku vermeye devam ediyor!

bırakmak istediği noktalarda kendisine
“ lütfen deneyi bırakmayın “
“ devam etmek zorundasınız “ gibi telkinlerde bulunuluyor
ve denekler her seferinde dozu arttırmaya devam ediyor.
hiçbiri,
evet hiçbiri 300 volttan önce deneyi bırakmıyor!
sonuna kadar gidenlerin,
yani 450 volta kadar devam edenlerin oranıysa %65!
evet %65’ i bir insana 450 volt elektrik verebiliyor!!
çünkü koskoca Yale profesörleri ona öyle söylüyor!

deney sonuçları açıklandığında yoğun tepkiler alsa da,
insanların “ itaat etme “ ve “ duruma göre davranış değiştirme “
yetilerinin(!) ne durumda olduğu kanıtlanmış oluyor.
deney çeşitli ülkelerde tekrarlanıyor
ve sonuç hep birbirine yakın,
yani %65 civarında çıkıyor.
üstelik kadın-erkek denekler arasında önemli bir fark bulunmuyor.
ve bunu benim beynim almıyor..
nasıl oluyor da bir insan “ itaat “ etmeye bu denli koşullu bulunabiliyor…

internette kısa bir araştırma yapıldığında bile,
buna benzeyen,
yani sıradan insanlar üzerinden yürütülen,
ama sıradışı sonuçlar veren pek çok deneye rastlamak mümkün.
fakat likelife şimdi bunların çok daha fazlasına ve detaylısına ulaşmak istiyor.
aslında elimde okumaya devam ettiğim farklı konularda 2 tane kitap var.
- Masumiyet Müzesi de yeni bitti -
ama bu konu şu an o kadar ilgimi çekti ki,
beni bununla ilgili alacağım yeni kitaplar bekliyor gibi görünüyor.

sizin de bildiğiniz,
konuyla ilgili kitap veya makale varsa bana bildirebilirsiniz.
hatta bunu yaparsanız beni çok mutlu edersiniz.
tabi kendi okuduklarınızı ya da fikirlerinizi de aktarabilirsiniz..

ama aktarmasanız da,
içimden bir ses,
benim bu konunun derinliklerinde bir süre kaybolacağımı söylüyor…


Hiç yorum yok: