12.02.2007

RAPORCU GELDİ HANIIIMMM...


Merhaba efennnimm..
Bir günlük aradan sonra yeniden huzurlarınızdayım,
haftasonu raporunu sunmak üzre..
Cumartesi yarım gün çalıştıktan sonra,
sevgilim tarafından işten alındım..
Beraber G-Mall’ un yolunu tuttuk.
Yolda,
Fenerbahçe’ nin 100. yıl marşının,
1 Mayıs Marşı’ na benzeyip benzemediğini tartıştık..
Sonunda benzediğine karar verdik...
G-Mall’ da önce,
Hırsız ( Breaking And Entering ) filmine biletlerimizi aldık..
Film saatini beklerken,
Num Num’ da yemek yedik...
Ben cevizli – pesto soslu – ıspanaklı - beyaz peynirli değişik bi pizza yedim..
Sefkili de,
ballı - tavuklu filan bi burger yedi..
Bayılıyorum Num Num’ daki bu değişik yemeklere...
Garsonları da çok iyi...
Kısacası Num Num,
henüz bilmeyenlere tavsiye.
Şu an sanırım,
sadece Kanyon ve G - Mall’ da var..
Yolunuz düşerse,
sinema öncesi iyi bir seçenek..
Yemekten sonra filme girdik..
Hırsız, değişik bir film..
Başrolde Jude Law var..
Juliette Binoche var bir de,
yardımcı sayılabilecek bir rolde,
ama başrolden farksız..
İnanılmaz iyi oynuyor..
Görmek lazım..
Jude Law ( Will ) ortağı Sandy ile birlikte,
suç oranı yüksek bölgelerinden birinde,
King’s Cross’ da bir ofis açıyorlar..
İşleri inşaat..
Farklı ve büyük projelere imza atmak için,
büyük hazırlıklar içindeler..
Ancak daha açıldıkları gece soyuluyorlar..
Birkaç gece sonra tekrar, tekrar..
2-3 seferden sonra Jude Law,
polisten medet ummayı bırakıp,
hırsızların peşine kendisi düşmeye çalışıyor..
Gidip sabaha kadar ofisin önünde arabanın içinde oturmaya başlıyor..
Ama film kaçma - kovalama filmi değil,
polisiye hiç değil..
"İnsanlar birbirine bakmayı ne zaman bırakır" diye başlayan,
ilişkileri ve insan psikolojisini sorgulayan,
günlük yaşam ve şehir hayatının farklı yüzleriyle ilgili,
ilginç bir film..
Çok beğendiğim bir sahnesi vardı ama,
filmin sonlarında yer aldığı için anlatmak istemiyorum,
belki gitmek isteyen olur...
"spoiler" tadında keyif kaçırmayalım değil mi?
Film ortalarında biraz ağırlaşmasına rağmen,
sağlam finaliyle,
bir süreliğine de olsa aklınızda kalacak bir yapıt olmayı başarıyor..
***
Pazar günü,
sefkilimle buluşmak için yoldayım,
motorla karşıya geçiyorum,
tam denizin ortasında,
aklıma bir fikir geldi!!
Dedim ki,
dün ( cumartesi ) febee puan kaybetmedi mi?
Etti..
Bugün bizim maçımız Ali Sami Yen’ de mi?
Evet!!
Peki sevdicekle önemli bir planımız var mı?
Hayır!!
Hmmm.. Sen hayatında hiç maça gittin mi???
Hayır!! ( okul ve halı saha maçları sayılmaz di mi? Ekiki )
Hava güzel mi?
Evet..
Maça gidelim bugün o zaman!!!!
Yalnız aşılacak bir kaç engel var..
Önce sevgilinle Taksim’ de bi buluş..
O sevgili ki fenerlidir..
Kendisini Galatasaray maçına gitmeye ikna et..
İkna olmayınca zorla kolundan tutup metroya bindir,
ne olduğunu anlamadan,
kendinizi stadın önünde bulmanızı sağla..
Bi de arada "ben de fener maçına gelirim" diye söz ver,
her türlü şaklabanlığı yap,
Ama tabii ki bilet kalmamış olsun!!!
Bi karaborsacıdan medet um,
onda da sadece kale arkası bilet bulunsun,
sevgili de “ ben seni kale arkasına sokmam “ buyursun
Kısacası maça gideme!!!
Üzül, kahrol..
Kendini teselli etmek için Profilo’ ya at..
Burada Arby’ sleri mideye indirirken hayatının hatasını yap!!
Şimdi olay şöyle,
biz  "hediye almalı günler" de,
artık "ayıp olur yaa" durumlarını filan geride bırakmış bir çiftiz..
Genelde hediyelerimizi birlikteyken seçeriz ki,
mesela bir "beden uymadı, rengi tutmadı vs" sorunu yaşamayalım..
Ama bu sene karar verdik,
Sevgililer Günü hediyelerimzden son güne kadar bahsetmiycez,
yan yanayken seçmiycez,
sürpriz alıp gelicez!!!.
Bu muhabbet bi açıldı,
aman ya aldığımız hediyeleri beğenmezsek,
boşu boşu almış olursak,
yine "en iyisi beraber seçmek" tuzağına kendimizi kaptırdık..
Abartmıyorum,
bütün gün dolaşmakla geçti.
Profilo’ yu gezdik.
Sonra tekrar Taksim’ e dönüp dolaştık.
Sonunda benim için hiçbir şey seçemedik.
Ben de ona bir tane mp3 player aldım
( biliyorum romantik bir hediye değil ama onu istiyordu napiyim!! )
Saat 19:00’ da kendimizi zar zor Ekvator’ a attık,
maçı hiç olmazsa televizyonda seyredelim diye..
İnanın bütün gün bir tek orada oturduk..
Bira - patates eşliğinde maç seyrettik..
Allah’ tan Galatasaray’ ım show yaptı da,
pazar gününün en azından finali güzel geçti..
Ama bu benim sürekli,
"tam gidilecek maçmış ya, nasıl bilet bulamadık yaa" diye hayıflanmamana engel olmadı..
Sonra eve dönüp misafirlerle dolu salondan kendimi zorlukla odama atıp,
biraz buz dansı izledim.
( son dansa yetişebildim )
Biraz kitap okuyup uyudum...
Uyandığımda taş gibi bir sıkıntı vardı,
tam kalbimin üstünde..
"pazartesi sendromudur" diyip kalktım sonra...

Hiç yorum yok: