13.12.2008

yunanistan' a güzelleme...


ne kadar “ komşi komşi “ diye sırtını sıvazlasak da birbirimizin,
hele hele bizim ailenin soyu ne kadar Selaniklere dayansa da,
yani onca yakın ve sıcak olma çabası içinde olsak da,
öyle pek de göğsümüze bastırırken kıracak kadar,
fazla fazla sevmiyordum işte “ hala “ yunanlıları.
adı üstünde,
ya da adı bir yafta gibi maalesef üstlerinde kalıyor işte “ yunan “ diye.

yunan = hain düşman, kahpe Bizans, kötücül halk olarak şırınga edilmiyor mu
- habire – bize, hepimize.
sonuç itibariyle çok da kardeş olamıyoruz bir şekilde.
sempatimiz ancak idare eder düzeyde.
yani düzeydeydi!
düne kadar benim için böyleydi.
gözümde hepsi,
annem “ aman kavga etmeyin bak “ dediği için oyuncaklarımı paylaşmak zorunda olduğum,
ama aslında arkamdan çok kötü konuştuklarına inandığım komşu çocuklarıydı.
ama artık değil.
değiller.
onlar ciciler.
kardeşler.
her şeyler.
16 yaşında bir çocuk öldü diye çıkarttıkları isyanla,
- hani neredeyse darbeye varacak olay –
orduya “ tankları çıkartırım “ falan çektirecek kadar dik durmalarıyla
benim için onlar artık küçük birer modeller.

evet modeller.
kendi milletimiz şu an o denli apolitize ki,
biz herkesi kendimiz gibi sanıp,
çocuğumuz falan olursa ilerde,
“ model “ diye 68 kuşağından,
woodstocklardan filan dem vururuz diye kuruyorduk.
oysaki hiç gerek yokmuş.
yunanistanda model çokmuş.
“ insan “ olan,
hala gençlerinin sebepli sebepsiz sokak ortasında kurşunlanmasına,
ses çıkarabiliyormuş da, inatla.
cam kapı indirebiliyormuş.
“ bir kişi için dünyayı yıkarım “ diyorum diye:
1- sevgilim
2- annem
3- babam
4- bilimum arkadaşlar
5- …..
6- ….
biçiminde sonsuzca uzatılabilecek bir liste tarafından,
deli,
anarşist,
aykırı, sorumsuz vs vs filan ilan ediliyor olmama,
“ ama doğrusu buuuu “ diye şaşırmam normalmiş demek.
ben normalmişim!

“ amannnnnnnn ne elde edeceksin ki canııımmmm.. “
diye susturulup oturtulmak bir bana ağır gelmiyormuş demek.
ağlaya ağlaya uçağa binip,
gidip komşularıma sarılasım geldi.
ilk kez.

tatil boyunca buralarda değildim.
yani istanbulum’ daydım tabii ki ama,
blog civarında değildim.
bütün yıl bana emanet bir çocuk gibi başından kalkamadığım,
kaldırılmadığım bilgisayar imgesi,
zavallı kulunuz 1-2 gün tatil bulunca,
beni 1.000.000 birim güçle itiyor tabi haliyle.
ne bloğa bakabiliyorum ne maillere.
oyun oynama işini de Play Station 3’ le hallettiğimden
- bu sıralar GTA 4 -
bilgisayar öyle pek de kurulamıyor dizlerimin üstüne.

ne yaptığıma gelince.
uzun uzun anlatınca sıkılıyorsunuz biliyorum.
o yüzden ufak bi özetle geçiştiriyorum.
cumartesi çalışıp,
çıkışta arkadaşlarla buluşup AROG’ a gittik.
beklentim fazla yüksek
ve cem yılmaz’ a olan düşkünlüğüm fazla aşırı feci olduğundan olsa gerek,“ o kadar da “ beğenemedim.
eğlenmesine eğlendim,
çekim kalitesine filan eyvallah dedim mi?
dedim.
ama 4-5 espri dışında çok da koltuklara gömülemedim.
gözlerimi kurulaya kurulaya gülemedim.

eve gelince sağda solda,
“ bu filmi beğenmeyenler gitsin recep ivedik’ i izlesin,
anlamazsınız siz zaten iyi filmden “ yorumlarını görüp iyice sinirlendim.
“ yavrum sinema bilgimle döverim ben seni “ demek istedim ama,
böyle bi odun için üyelik alıp,
yorum yazıp onaylatmaya filan üşendim.
onun gözünde film o çünkü.
bildiği tek yazar-yönetmen cem yılmaz.
anlayıp gülebildiği,
göklere çıkarabileceği tek film AROG.
hmmm ben bu kendime yaptığım tanrıyı eleştirenleri aşağılamak için naparım naparım diyor,
evet en iyisi recep ivedik filan sayıklayayım da,
çok üst,
görgülü,
aristokrat insan sularında kalayım diyor.
diyebiliyor.
hıyar işte.
çok pardon.
ama kendisi bir hıyar.
söylemek zorundayım.

bunlar dışında
- yani rutin gezmeler ve vatandaşın zır cahilliğini bilgelik sanmasına mütemadiyen sinirlenmeler dışında -
kah akrabaları ziyaret ettim,
evlerinde kaldım,
çaylarını içtim,
muhabbetleriyle demlendim,
kah sevdiklerimiz bize geldi,
başımızın üstündedir yeriniz dendi,
kah evde kah dışarıda,
bol film izlemeli,
bol gülüşmeli,
bol kedimi mıç mıç sevmeli bir bayram geçirdim.
hepinizi özledim.
de diyebilirim.

Hiç yorum yok: