4.05.2007

BEN Bİ ŞİYLER YAZDIM YİNE!!


Nasılsınız bakalım huzur pıtırcıklarım?
Cuma günüyle aranız nasıl?
Ben Cuma günlerini küçüklüğümden beri,
çok severim nedense.
Hayır,
kendisi haftasonuna dahil değildir aslında.
Tamamiyle bir iş günüdür.
Hatta,
ben cumartesileri de çalıştığım için,
haftasonuna,
tatile,
hiç dahil değildir!
Ancak şu "Tatil’ e 1 kala modu",
bana neredeyse tatilin kendisinden daha tatlı,
daha heyecanlı gelmektedir.
( bkz. yolculuğun kendisinin gidilecek yerden daha değerli hale gelmesi )

Üstelik Cuma günleri ödeme günü olduğundan,
artı bir iş yoğunluğu olmasına rağmen.

Bir de yarın
- bi aksilik çıkmazsa –
Örümcek Adam 3’ e gidecek olmamızın da bi etkisi var bu
"iyimserlik hali" nde.
Evet çocuk filmi biliyorum ne var?
Tam çizgi film mantığı,
bunu da biliyorum tamam!
Ama arada bir ihtiyaç var böyle şeylere.
Hem,
takip edenler bilir,
ben "büyük filmleri" ne gidiyorum en çok.
Ayrıca yetişkin olmaktan kim ne hayır görmüş ki,
biz de biraz çocuk kalalım geyiğine sardırmayın beni!
Beynimizin ufak bi kısmı hala 7 yaşında,
napalım yani!

Madem ciddi konu yazmak zorunda hissediyorum kendimi,
hemmmmen bi kitap tavsiye edeyim.
Şu an Hulki Cevizoğlu / İşgal ve Direniş’ i okuduğumu söylemiştim.
Henüz kitabın ortalarındayım
ama şunu da söylemek zorundayım,
gerçekten çok güzel bir kitap.
1919’ da işgal altındaki Türkiye ile
2000’ li yılların Türkiye’ sini birebir karşılaştırıyor
ve aslında farkında olmasak da,
şu an yaşadıklarımızın çok da farklı olmadığını vurguluyor.
Üstelik bunu çok sade,
çok anlaşılır bir dille yapıyor.

Özellikle çocuğu olan herkese şiddetle tavsiye ediyorum,
otursunlar,
bu kitabı çocuklarına okusunlar.
Atatürk sevgisini,
vatan sevgisini,
bu ülke için kimlerin ne fedakarlıklar yaptığını
küçük yaştan iyice öğrensinler.
Öğrensinler ki,
ileride kafalarını yanlışlarla doldurmaya çalışanlar çıktığında,
saçma fikirlere kapılmasınlar.

Kitapta özellikle dikkatimizi çekmesi gereken,
işgal altında olmamız değil aslında.
İşgal başladıktan sonra İstanbul Hükümeti’ nin
ve bir kısım vatandaşımızın takındığı tavır.

Karşımızdaki güçlü ordular
ve bizim hiçbirine sahip olmadığımız silahlar karşısında acizliğimize,
mağlup olacağımıza o kadar inanmışlar ki,
iyi niyetli olan insanlar arasında bile,
şu safça düşünce yayılmış
"nasıl olsa kesin olarak ülkemiz başkalarının eline geçecektir.
En azından işgalcileri kızdırmazsak,
onlara direnmezsek,
manda altında bize belli haklar tanırlar,
bir şekilde! hayatta kalırız"

Özellikle basın
( başta Ali Kemal gibiler olmak üzere )
halkı
"Mustafa Kemal ve arkadaşları halkımızı boşu boşuna ölüme sürüklüyorlar.
Direneceksiniz diyerek bunca insanların telefine neden oluyorlar.
Bunların dediklerini yapmayın,
direnmeyin"
benzeri yazılarla Atatürk ve Kuvayı Milliyeciler aleyhinde kışkırtmışlar.
Yani onlara göre Atatürk ve onun yolundan gidenler,
aslında "paranoyak" mış.
Direnmek gereksizmiş ve ülke
"işgalcilerin insafına" bırakılmalıymış.
Dikkat edin!
Lütfedip de önümüze bir parça et atarlar diye,
kasap önünde bekleyen kediler kadar soysuzlaştırmaya çalışmışlar Türk Milleti’ ni.

İzmir‘ in işgali sırasında bile,
saraydan ve Damat Ferit hükümetinden
"sükuneti koruma" emirleri yağdırılmış,
İzmir’ deki askeri birliklerimize
"kesinlikle karşı koymama" emri verilmiş.
Buna rağmen,
hiçbir silahlı direnişle karşılaşmamalarına rağmen,
yunan orduları,
İzmir’ e ayak basar basmaz,
yağmaya,
tecavüzlere,
cinayetlere başlamışlar.
Bastıkları evlerde değerli ne varsa alıp,
evdeki annelere oğullarının önünde,
eşlere kocalarının önünde tecavüz etmişler.
Daha sonra bu kadınları süngüleyerek,
yakarak,
kurşuna dizerek öldürmüşler.
Çoğu erkeğin parmaklarını,
kafalarını kesmişler!
Ve bunların fotoğraflarını çekmişler!
7 aylık bebekleri süngü ucuna takıp,
diri diri ateşlerin üzerinde tutarak,
kelimenin tam anlamıyla "kızartmışlar".
Annelerinin gözü önünde.

Bunların gerçekleştiği duyulduğu sırada bile,
İstanbul hükümeti "direnmeyin, bunlar söylenti, cinayet falan yok, Kuvayı Milliyeciler paranoyak" demeye devam etmiş!
Aymazlığın farkına varabiliyor musunuz?

Atatürk,
tam da İzmir’ in işgal edildiği gün
Samsun’ a doğru hareket ediyor,
ünlü Bandırma Vapuru’ yla.
Kendisi ve yanındaki arkadaşları didik didik aranıyorlar üstelik,
silah ve cephaneyi Anadolu’ ya kaçıracakları şüphesiyle.
İşte bu şartlar altında Atatürk şu cümleyi kuruyor:
- Bunlar bizim Anadolu’ ya silah götürdüğümüzü zannediyorlar.
Oysa biz kafa gücümüzü ve imanımızı götürüyoruz .

Ellerinde silah bile olmadan,
üstelik hükümetinden ümidini kesmiş bir halde,
koskoca Anadolu’ yu karış karış gezip,
düşüncelerinin paranoya olmadığını,
katliamın gerçek olduğunu
ve gururlu milletimizin akibetinin,
işgalcilerin insafına bırakılamayacağını anlatıyorlar.
Gerçek dindar imamlar da kendilerine destek oluyorlar,
"eline 3 taş alıp atarak dahi olsa,
düşmana karşı vatanını savunmayan kişi,
müslüman değildir,
bu dünyada ve ahirette affı mümkün değildir" diye bildiriler yayınlıyorlar.
İşte dincilikle gerçek dindarlık arasındaki fark bu.


Halkımıza da,
sadece bu olanları izleyip,
gözlerinin önünde açık seçik cereyan edenleri "anlamak" kalıyor.
Bu,
o kadar da zor değil bence,
ne dersiniz?


1 yorum:

dolphinblue dedi ki...

birgün seninle yüzyüze gelip gözlerinin taaa içine bakarak sohbet edebilmeyi çok isterdim biliyormusun?

her yazında farklı birşeyini yansıtıyorsun bana...

ben en çok laylaylom bir kız olmamana seviniyorum...

olanlara bi sözüm yok ama hayatı ara sırada olsa ciddiye almak lazımmış gibi geliyor bana...

birde şu iş hayatın seni çok rutin ve alışılagelmiş planlı halinle yaşamaya mecbur bırakıyor ya ben en çok ona üzülüyorum sevgili hayatgibi... inan bana çok samimiyim bu konuda.....

halbuki içinde bastırılmış bir potansiyel varmış gibi geliyor bana...

arkandan birazcık itiklenip cesaretlendirilmeyemi ihtiyacın var yoksa? bunu yapabilmeyi çok isterdim inan...

herşeyin gönlünce olabilmesi temennisiyle

iyi hafta sonları

seni her daim takip eden dostun dolphin ( en azından dostun olduğumu bil istedim )