30.06.2009

michael.. sen de gitme!!!!


19 Haziran sabahı..
çalışıyorum..
aynı işleri paslaşarak yaptığım arkadaşım yıllık izinde..
o yüzden 2 kişilik iş yapıyorum..
yoğunum..
koşturuyorum..
o koşturmaca arasında cep telefonum çalıyor..
ekrana bakıyorum, ablam..
saat 10:50..
Allah Allah?
ablam beni hafta içi bu saatte hiç aramaz ki?
o gün arıyor..
açıyorum..

sesi ağlamaklı ve titrek geliyor..
sevdicekten bahsederek:
- xxx aramadı mı seni, diyor?
- yooo, niye arayacaktı ki?
- seni almaya gelecekti..
- neden gelsin ki?, diyecek oluyorum..
- babaannemiz ölmüş, diyor..
-( kafama balyozla vurulmuş gibi oluyorum ) n.. ne.. nası.. ne zaman.. neden?, diye kekeliyorum..
- ( ağlayarak )bilmiyorum bu sabah herhalde, diyor.
- ……………. ben konuşamayacağım şu an kapatıyorum, diyebiliyorum…

ağlayarak lavaboya gidiyorum…
etraftakiler yüzüme gözüme kolonya sürmeye kalkıyorlar..
sevdiceği arıyorum telefonu kapalı..
haberi bilmediğimi sanıyor..
yüz yüze söylemek istiyor..
ablam erken davranmış, bilmiyor..

biraz sonra aşağıdan arıyor beni,
insene ben geldim diye,
şirketten aşağıya asansörle ineceğim halde yalnız bırakmıyorlar,
koluma giriyor biri,
ben titriyorum,
ağlıyorum..
sevdicek “ söylediler mi yoksa? “ diyor..
aşağıda sarılıyoruz..
ağlıyorum..

eve uğruyoruz önce..
siyah bi şeyler giymek lazım filan diye..
sevdicek bana bir şeyler yedirmeye uğraşıyor..
orada ayakta kalacaksın,
aç kalacaksın uzun süre diyor..
elime tutuşturduğu ekmekten bir lokma ısırıp öksürmeye başlıyorum..
yutma hareketini becermeye muktedir olmadığımı anlıyorum..
boğazımdan geçmiyor..

hemen annemlere gitmemiz gerek ve yolumuz uzun,
o yüzden çabucak üzerimi değiştirip yüzümü yıkayıp çıkmam gerektiğini biliyorum.
ama evin içinde tuhaf hareketler yapıyorum..
sonunda kedime sarılıyorum..
ilginç bir şekilde kediler sizin ruh halinizi anlıyor..
normalde kucakta durmayı sevmeyen kedim,
en ufak bir huysuzluk yapmıyor,
gözlerimin içine “ ben buradayım “ der gibi bakıyor,
gündüzleri hep yaptığı gibi kıvrılıp uyumak yerine,
evin içinde peşimde dolaşıyor,
hiç adeti olmadığı halde miyavlıyor,
sanki beni desteklemeye,
acıma ilaç olmaya çalışıyor..

annemlere giriyoruz..
akrabalar var..
annem halimi görünce paniğe kapılıyor..
evladının derdine düşen her anne gibi
“ bu kadar üzülme evladım, sana bakmaktan sana üzülmekten ben de hastalanacağım şimdi “ diyor..

onun yanında düzgün durmaya çalışıyorum..
cenaze ikindi namazına yetiştiriliyor..
camide kim bilir kaç yıldır görülmeyen akrabalarla karşılaşılıyor..
“ bir düğünde bir cenazede görüşmeyelim artık, hep buluşalım “ diye sözler veriliyor.
insanoğlu tuhaf yaratık..
sevdiklerini görünce avunuyor..
kalabalığın arasında acımı biraz olsun unutup onlarla sohbet edebiliyorum…
çocuklarını anlatıyor herkes..
cenaze namazı kılınıyor..
tekrar ağlıyorum..
mezarlıkta ise katılaşıyorum..
gömülme anını buz gibi dimdik karşılıyorum..
tepki verme sınırını aştığımı anlıyorum..

evinde okuması oluyor sonra babaannemin..
yıllarca yemekler yaparak heyecanla beklediği neredeyse tüm akraba ve komşuları orada..
herkes iyi yönlerinden bahsediyor…
kimse kötü bir şey hatırlamıyor..
hatta arada bir güzel anılar hatırlanıp gülümseniyor..
o zaman anlıyorum bazı adetler bir sebebe dayanıyor..
ölüm gününde yalnız bırakılmamak, insana dayanma gücü veriyor..

evet,
ben tam tersini düşünürdüm,
zaten acısı olan insanları bir de kalabalıkla boğmamak gerekir der,
çok yakınlarım dışında ölümlerde kimseye gitmek istemezdim ama
tam tersi olduğunu anlıyorum..
insan her teselli sözcüğüne ihtiyaç duyuyor..
her tanıdık yüzü sevinçle karşılıyor..
her sarılmaya minnettar oluyor..

o günü böylece atlatıyoruz..
gece annemlerde kalıp cumartesinin de önemli bölümünü beraber geçiriyoruz..
pazar babalar günü zaten..
annemler, dayımlar, kayınvalidemler,
hepimiz anneannemlerde toplanıyor,
nispeten rahat bir gün geçiriyoruz..
hediyelerimizi veriyoruz..
“ annesini kaybetmenin yükü çok ağır gelecek “ diye düşündüğüm babam bile iyi gibi..
konuşuyor,
arada bir gülümseyebiliyor..
geç saatlere kadar yemek eşliğinde sohbet edip evlerimize dağılıyoruz..

işte o gece evde iki kişi kalınca asıl acı anlaşılmaya başlıyor..
sevdicek sonuçta babaannemi çok tanımadığı için,
kendimi evde acımla tek başına gibi hissediyorum..
inanılmaz bir boşluk duygusuyla uyuyup sabah daha da berbat halde kalkıyorum..
elim kolum kıpırdamıyor,
işe gitmek istemiyorum ama zorla kendimi sürüklüyorum..
gün çok yavaş,
çok ağır geçiyor..
ertesi gün ve ertesi gün de..
tüm hafta kendimle boğuşuyorum..
akşamları yemek bile hazırlamıyorum..

babaannemi kaybetmenin acısı dışında,
ölüm fikri ve sonunda bitecek kısacık bir hayat düşüncesiyle başa çıkamıyorum,
daha sinirliyim,
insanlara sert davranıyorum,
çünkü herkesin ölümden muafmışçasına saçma sapan konularla uğraşıyor olmasına katlanamıyorum..
kalan zamanımı kendi istediğim şeyleri yaparak geçirmek istiyorum..

zar zor perşembe akşamı oluyor..
babaannemin 7’ si yapılıyor.
annem sen gelme diyor..
gitmiyorum..
evde tüm haftayı düşünüp kalan 1 günü geçirebilmenin
ve artık üzerimdeki ölü toprağını atabilmenin hesaplarını yapıyorum..

babaannemin ölümü aynı zamanda çocukluğumun parıltılı bayram günlerinin
ve heyecanın bitmesi,
aniden büyüyüvermek ve ölüme saplantılı sıkıcı bir yetişkin oluvermek gibi..
ben bu olmamalıyım diyorum..
“ öyleyse daha çok sarılmalıyım çocuklukta bana mutluluk veren her şeye “ diyorum..
zaten bir gece önce Cine5’ te Moonwalker filmini izlemişim..
Michael dinlemekle başlayacağım işe diye karar veriyorum..
çocukluğumdaki gibi delilercesine Michael dinleyeceğim..

ona çılgınca bağlı olduğum günleri hatırlayıp gülümsüyorum..
zorla aldırdığım kasetlerini,
binlerce kez izlediğim kliplerini,
gazetede çıkan her resmini kesip yapıştırdığım,
yanına da yazılar yazdığım “ Michael Defteri’ ni “ anımsıyorum..
özellikle Dangerous albümünü sony walkman’ imle defalarca dinlediğimi,
sonra bana annemin o albümün arabadan çalındığını söylediğini hatırlıyorum..
günlerce ağlamıştım ama yenisini aldırmamıştım..
o yüzden de hala albümün aslında çalınmadığına,
annemin benim sürekli Michael dinlememden dolayı korktuğu için kaseti sakladığına inanırım..
herhalde bu sevgiden hastalanacağım falan sanıyordu..
öyle seviyordum..
öyle huzur duyuyordum..
sonra hayatıma metal ve rock girdi..
önce Metallica, Iron Maiden, Pink Floyd,
sonra Panthera, Slayer, Sepultura,
biraz da Bon Jovi - Nirvana..
metal- rock- grunge..
hepsini seviyordum ama artık pop da Michael da dinlemiyordum..
onu kalbimin bir köşesine koymuş, geçmişte unutmuştum..
tabii ara sıra haberlerini duyuyor,
ama hakkında söylenen tek bir kötü şeye inanmıyordum..

o benim için platonik bir ilkokul aşkı,
hatta bir sıra arkadaşı kadar değerliydi,
kutsaldı,
özeldi.
ben onu çocukluğumda da bir hayran psikolojisiyle sevmemiştim..
onu hep kendime yakın bir dost gibi görmüştüm..
okuduğum röportajlarında,
erken ünlü olmaktan duyduğu sıkıntıyı,
kendini yalnız ve mutsuz hissedişini anladığımda,
yanına gitmek isterdim..
sanki beni tanırsa bütün üzüntüsü bitecek gibi gelirdi..
ister kızı gibi,
ister arkadaşı gibi,
ister sevgilisi gibi,
ister annesi gibi..
hangi rolde hayatına girersem gireyim benden sonra mutlu olacaktı işte..

onun evinde yaşayabilirdim..
onu neşelendirebilirdim..
seyahat de edebilirdik,
oyun da oynayabilirdik,
fark etmezdi.
ben yanında olup ona olan büyük sevgimi her gün tekrar anlattıkça,
o da benim ne kadar harika biri olduğumu görüp beni o kadar çok sevecekti ki,
benimle olmanın mutluluğu her şeyi silecekti.
işte ben Michael’ ı bir hayran psikolojisiyle değil,
bu psikolojiyle seviyordum
ve beni tanıyıp mutlu olacağı günün bir an önce gelmesi için,
Amerika’ ya gidip karşısına çıkmanın hayallerini kuruyordum..

evet,
bunlar çocukluk günlerimin masum hayalleriydi..
evet,
babaannem gitmişti ama çocukluğum bana geri gelebilir,
masum heyecanlarıyla bana yeniden huzuru getirebilirdi..
evet,
yeniden Michael dinleyecektim..
haftasonu gidip Transformers’ ı izleyecektim..
ve daha bir çok şeyi geçmişten geri döndürecektim..

perşembe gecesi yatağa bu duygularla gittim..
yeni aldığım kararların etkisiyle biraz daha iyi gibiydim…

sabah kalkar kalkmaz televizyonu açtım..
ve Michael’ ın öldüğünü öğrendim..
Neeee?????????
Neeeeeeee?????????
Neeeeeeeeeeeeeee????????? dedim..
Michael ölemezdi ki!!
o gidemezdi..
benim için “ uzaklardaki koskoca bir efsanenin “ değil,
bir yakınımın kaybı gibiydi..
babaannemin ölümü
ve o sıkıntıdan çıkmak için aldığım kararlardan sonra,
bu çocukluk sevdasının üstelik 50 yaşında ellerimden alınması çok ağır geldi..

haftasonu evde olduğum tüm zamanları MTV izleyerek geçirdim..
onu yad ettim,
ağladım,
düşledim..

hiç kendimde değilim..






4 yorum:

.. dedi ki...

babaanne ölümünü biliyorum ben de.
yaşadım.
ne diyebilirim.
başın sağolsun.

alpernatif dedi ki...

MJ için bir şey diyemeyeceğim ama
babaanne için baş sağlığı...
Olacak,oluyor
Maalesef

Adsız dedi ki...

Babaannen için başın sağolsun. Dünya ayrılıklar mekanı. Rabbim tüm iyi kullarını öte tarafta cennetinde buluştrsun inşallah...

alpernatif dedi ki...

huuuuuuuuu ?