7.06.2009

Avrupa Notları 1 - Brüksel ve Brugge..



merhabalar efenim..
bloğumu taşıma zorunluluğu yüzünden ve bunun “ nasıl yapacağım? “ sancılarından dolayı,
5 ülkeyi dolaştığım kapsamlı Avrupa seyahatimi anlatamadım günlerdir..
uzun yazmaya mecalim var aslında ama zamanım yok..
hiçbir şeyi geçiştirmek istemiyorum yine de..
her şey iyi güzeldi de,
diğer yandan insanı çileden çıkaracak cinstendi..
çünkü dönüşte yaşamlarımız bize daha da yavan geldi..

bölümlere ayıracağım merak etmeyin..
önce Brüksel..
Avrupa Birliği için önemli şehirlerden biri..
İlk bakışta tüm Brüksel büyük bir park gibi..
biz varoşları görmedik belki ama gördüğümüz kadarıyla böyle..
ağaçlar içinde, yemyeşiller içinde zevkli küçük binalar,
tarihi yapılar…
demek ki bir şehir çok iyi planlanabiliyor istenirse..
çoğu yerde ağaçlardan evler fark edilmeyecek neredeyse..

Heysel Stadı’ nı gördük önce..
faciadan sonra adı değiştirilmiş ama yeni adı aklımda kalmadı işte..
ne olmuştu Heysel’ de?
“ Liverpool –Juventus arasında oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinin başlamasından önce taraftarlar arasında çıkan kavgada 39 kişi ölmüştü “
cevabını alacaklar her söylenişte..
ingilizler saldırmış ilk, anlatılanlara göre..
güvenlik bariyeri yokmuş, italyanların olduğu bölüme saldırmak kolay olmuş..
italyanların kaçmak istediği noktada ise bir duvar varmış..
duvar yıkılmış..
taraftarlar tel örgülere sıkışmış..
olaydan sonra İngiltere’ ye uluslar arası karşılaşmalardan 5 yıl men cezası verilmiş…
liverpool’ a da 8 yıl..
ölenler mi?
tabii ki geri gelmemiş..





Atomium’ u gördük sonra..
50’ lı yıllarda Expo fuarı için yapılmış..
yüksekliği 102 metre..
atomun 165 milyon kere büyütülmüş haliymiş..
9 küre birleştirilmiş,
kürelerin içine de yeme içme mekanları yerleştirilmiş..
artık Brüksel’ de modern mimarinin simgesi gibi bir şeymiş..
eh, peki dedik,
ilerledik..
geldik eski şehrin meydanına..
binaların yüksekliği ve güzelliği göz kamaştıracak boyutlarda..
her katı, her noktası ayrı ayrı işlenmiş,
heykeller yerleştirilmiş,
o heybetli görünüm bilinçli olarak verilmiş..
o günlerin koşullarında inanılmaz bir emekle korkunç bir sabırla bu binalar yapılabilmiş..






bol bol “ vay bee” çektik,
etkilendik,
eonra bizdeki Kumkapı-Çiçek Pasajı tarzı mekanların olduğu dar sokaklarda ilerledik.
bir de gaylar festivaline denk gelmişiz,
defalarca tuhaf makyajlı ve etrafa sataşan bol içki içmiş ilginç tiple gözgöze geldik..
bazı ünlü mekanlar hakkında da bilgi edindik..
Leon bunlardan biri..
tüm Avrupa’ ya yayılmış ama Brüksel asıl doğum yeri..
fakat daha çok Fransa’ da faaliyet gösteriyor..
9 şubesi oradaymış galiba..
biz ancak Champs Elysees’ dekini görme şerefine nail olabildik daha..
çok pahalı filan değil ama meşhur işte..

midyeden envai çeşit yemek yapıyorlar..
en önemlisi çorba türü bir şey ama midyeler içine kabuğuyla atılıyor..
ben güvenip yemedim..
yakınlarımızdakilerden yiyeni de görmedim..

zaten midye Belçikalıların bayağı önemli bi şeyi..
patates kızartması da bir diğeri..
ilginç soslarıyla yaptıkları patatesleri elde yenebilecek şekilde sunup satıyorlar,
millet de elinde patates ve bira eşliğinde Brüksel sokaklarında gezebilmek için uzun kuyruklar oluşturuyor..
bu patates olayından biz de nasiplendik tabii :)
Avrupa Birliği binalarının olduğu bölümü de görüp otele gittik…
feci yorgun olduğumuzdan tekrar şehre inemedik..
yemeği otelde yiyip BBC’ den Eurovision’ un bir kısmını – sonunu –izledik..
( türk heryerde türktür evet, zaten diğer TV kanallarında izlenebilecek düzgün bir alternatif de yoktu pek )
ben Norveç’ in şarkısını henüz Türkiye’ deyken dinleyip ayakta alkışlamıştım..
dünyanın en güzel şarkısı değil belki ama bir an için bende o hissi yaratmıştı.
( evet hem de bunu bir Eurovision şarkısı başarmıştı. )

sonraki durak bir masal şehriydi: Brugge..
ortaçağ’ ın masalsı zamanlarından fırlamış,
hiç bozulmamış,
deforme olmamış,
çikolatamsı güzellik..
daha In Brugge filmini izlerken vurulup aşık olduğum minik sihir..
belki de dünyanın en iyi korunmuş yeri.
iyi ki de korunmuş yeri.
küçük bir göl üzerine yapılmış güzel bir köprüden geçerek giriyorsunuz şehre..
yeşil alanlar, yürüyüş parkurları ve bisiklet yolları karşılıyor sizi.
şehrin meydanına doğru faytonlarla buluşuyorsunuz.
her yeri kaplayan su kanalları,
üzerlerinde minik köprüler,
teknelerle müthiş keyifli gezintiler..
ve evler evler evler..
her biri şekerlemeden yapılmışçasına size göz kırpan,
belki de dünyanın en eski ve en güzel evleri..







meydanda yine görkemli birkaç yapı ve görkemli bir kule..
yani Belfry Tower..
bu kuleye tırmanıp tüm şehri görebiliyorsunuz..
hatta uzaktaki yel değirmenlerini bile..
bir de pencerelerinde, o istikamette yer alan şehirlerin yeri ok ile kazınmış biçimde gösteriliyor,
yanında da örneğin Paris 180 km vb biçiminde ibareler yer alıyor..
88 metre yüksekliğindeki bu kuleye girişte epey bir sıra bekliyorsunuz,
tırmanırken 2 kişinin yan yana geçemeyeceği daracık dönen merdivenleri kullanıyorsunuz
ve epey yoruluyorsunuz,
ama yine de değiyor işte.
avrupa’ nın bu müthiş şehrine bir de şöyle tepeden bakma fırsatı buluyorsunuz..
ayrıca In Brugge filmini izlediyseniz,
oradaki önemli sahnelerin bu daracık merdivenlerde nasıl çekilebildiğine kafa yoruyor,
biraz da filmden şeker enstantaneler hatırlayıp gülebiliyorsunuz..






aşağı inip şehrin sokaklarını turladığınızda çikolata, patates kızartması ve bira kokularını sıkça duyuyorsunuz..
ayrıca danteli meşhur olan bu şehrin minik dantel satan dükkanlarında,
dantelden hiç hoşlanmayanların bile bayılabileceği bir çok obje görebiliyorsunuz.
ve bütçeniz doğrultusunda bunlardan birkaçını kapıp hediye olarak yanınızda götürebiliyorsunuz..
biz pek dantel düşkünü olmadığımız için kısıtlı zamanımızda önceliği çikolatacılara verdik :)
Leonidas adındaki epey meşhur bir çikolatacıdan bi şiyler yüklendik..
sonra da meşhur Brugge birası eşliğinde patates kızartması
ve şimdi ismini hatırlayamadığım ilginç bir et yemeği yedik..
kalan zamanımızda da kuzeyin Venedik’ i denilen bu müthiş yerin büyülü sokaklarını gezdik..
tabii ki yetinemedik..
tabii ki biz bu masala doyduk diyemedik..
fakat bizi bu üzüntülerden
ve şehirden ayrılmanın kederinden sıyıran bir bahanemiz vardı,
birkaç saat içinde Paris’ a gidecektik..



3 yorum:

.. dedi ki...

8)
e hoşgeldin.
hem vatana, hem bloger'a

Adsız dedi ki...

veni vidi scripti =)...
yazıya da uydu bu yorum..
hem yeni yere hem bloa hoş geldin diyelim bi de...
atalet

Çağlar dedi ki...

Hah, hoşgeldin blogspota. Okuyoruz bakalım. Özlemişiz tarzını.
Sevgiler.