20.04.2012

iyi miyim? değilim..


kendimde olmak en çok özlediğim şey.
bunu özleyeceğim bir gün, hiç aklıma gelmezdi.
kendimde değilim hiç ameliyattan beri.
hep bi havada yürür hissi.
hep bi kafayı straforla kaplatmışım duygusu.
sinyaller geç girip çıkıyor kafama duygusu.
kopukluk, boşluk, korku..

bunlarla her zamanki başbaşalığımı yaşarken evde yapayalnız,
6 Nisan günü,
sevdiceğime telefon açtım.
konuşurken konuşurken
-ben sana bir sürpriz yaptım, dedi.
-nası bi sürpriz bu, başım belaya girecek mi?
-yoo hoşuna gidecek.
-neymiş peki.
-söylemem ama şu kadarını diyeyim, 12 Nisan bizim evlilik yıldönümümüz ya, o da haftaiçi oluo ya, o yüzden haftasonundan kutlayalım dedim ben. onunla ilgili bi sürpriz.
-yaaa çatlatma.. napıcaz ki.
-büyük bir şey değil. ama yarın gece evde uyumayacağız.
-nası ya nereye gideceğizz.
-sürpriz. arabaya binelim yola çıkalım söylerim yarın sabah.
-ama olmaz ki yanıma ne alacağım ne giyeceğim vs bilmem lazım...
-söylersem sürpriz olmaz ama. yok yok..

derken söylettim tabi.
planda benim ufak rötuşlarım da oldu.
sonuç olarak biz 7 Nisan sabaha karşı 4'te yol çıkmış Bozcaada'ya doğru ilerliyorduk!
ben hiç gitmemiştim Bozcaada'ya.
o da istediğimi biliyordu.
ama ayranımız yok içmeye durumunda olduğumuzdan hiç umudum yoktu benim bu yıldönümü için.
yemeğe bile çıkmayız diyordum haftaiçine geliyor diye.
fırsat siteleri sağolsun bedavadan biraz pahalıya halletmişiz oteli.
hediyeden filan da vazgeçtik.
2 ay sonra aç da kalsak kutlarız biz yıldönümüzü dedik ve Bozcaada'ya gittik.
neredeyse sıfır uykuyla.
ama değdi.

Bozcaada bu mevsimde öyle şirin öyle güzeldi ki.
hoş ben başka mevsimdeki halini bilmiyorum ama 23 Nisan'dan sonra çok kalabalık oluyormuş adım atacak yer kalacak otel bulunmuyormuş.
romantizm için tam zamanında geldiniz dediler.

henüz çoğu turistik yer açılmamış.
hediyelik eşya dükkanı bile bulamadık çalışan.
restoranların da bir kısmı tadilatdaydı.
methini duyduğumuz Martı da.
biz de o yüzden Yosun diye bir yerde balık yedik.
yanında da Bozcaada'ya özel vasilaki üzümünden yapılmış beyaz şarap içtik.
gündüz Çınaraltı Kahvesi'nde tavla oynamayı ihmal etmedik tabii.
sevdiceği her zamanki gibi yendim.

arabayla adanın irili ufaklı bütün koylarını dolaştık.
hatta bir ara askeri bölgeye ait koya da giriyorduk neredeyse.
son anda nöbet tutan askerle burun buruna gelince kuyruğumuzu kıstırıp döndük.

zaten Cunda'ya tapmış biri olarak Bozcaada'ya bayıldım.
sokakları Rum evleri kalite akan insanları.
Çiçek'te oturup börekle sakızlı kurabiye de yedik merak etmeyin.
Domates reçeli de aldık ( uyarılar üzerine 1 değil 2 kavanoz )
1 gece kalmamıza rağmen adaya has ritüellerin bu kadarını yapabildik.






dönüş yolunda benim yine bu yaşıma kadar yapamadığıma hayıflandığım bir şeyi yapma zamanıydı:
şehitlikleri gezmenin.
yani gitmeden de öyle olacağını biliyordum ama,
gittikten sonra daha iyi anladım,
insan daha anıta bile gelmeden,
o topraklara girdiği anda bir tuhaf oluyor.
enteresan bir saygı içinde arabada konuşup gülüşmek bile ayıp geliyor.
müziği filan kapatıyorsunuz daha oraya varmadan.
yoluna çıkmışsınız çünkü.
yolu bile kutsal.





anıtta durduk ilk.
oradaki temsili mezarları gezdik.
ezbere bilmemize rağmen Çanakkale Şehitleri'ne şiirini bir kere de orada okuduk.






temsili mezarların başında durmuş dua edenler, mezar taşlarını okşayanlar vardı.
orası öyle bir yer ki,
her millete sahip olmanın nasip olmayacağı bir yer.
öyle ruhani bir havası var ki ne söyleseniz ne yorum yapsanız ayıp olacak az kalacak boşboğazlık yapmışsınız gibi görünecek diye düşünüyorsunuz.
çok zor bir mertebeye çok mertçe koşmuş insanların yattığı topraklar.
gözleriniz doluyor kendinize mi onlara mı bilmeden gözyaşı döküyorsunuz.


gidenler bilir,
gitmeyenler için söyleyeyim şehitlik dediğimiz yer öyle tek bir alan değil.
yani müze gezer gibi girdim gördüm çıktım değil.
tüm yarımada boyunca yol üzerinde rastlayacağınız birden fazla anma noktası birden fazla şehitlik var.
biz de duraklaya duraklaya,
anılarına selam dura dura 57. Alay Şehitliği'ne kadar geldik.
orada epey zaman harcadıktan sonra da Conk Bayırı'na,
Atatürk'ün vurulduğu,
hayır, Atatürk'ün Türk Milleti'ne bağışlandığı noktaya kadar.

tabi benim yaptım ettim gittim diye bahsettiğim bu şeyleri yapmam öyle kolay olmuyor.
başımı kaldırıp kitabeleri okuyorum,
sonra başım dönüyor gölgeye kaçıp iyileşmeye çalışıp zar zor yola devam ediyorum.
Bozcaada' da iken de gün içinde 2 kez otele gidip 1'er saatlik dinlenme molaları vermek zorunda kaldım güne devam edebilmek için.

yani hiçbir şey güllük gülistanlık değil.
uğraşıyorum işte.
"ayaktayım bak gezebiliyorum" mesajı vermek istiyorum beynime.
ama en küçük tökezlemenin etkisi de ağır oluyor tabi
"bok geziyorsun bok ayaktasın" şeklinde..

o gün olan tökezlemeler değil de,
geçen haftaki olay koydu.

sinemada şahane misafir'e gittik sevdicekle.
o kadar merak ederek o kadar isteyerek.
ama 10. dakikada çıkmak zorunda kaldım.
çünkü kafam bir tuhaf oldu.
baş dönmesi desem değil bir tuhaf his.
güneş çarpmış da gölgeye kaçmışsın gibi.
o anki tuhaf hal gibi.
algılayamamanın verdiği o his.

fuayedeki koltuklara oturduk ve ben artık o kadar dolmuşum ki oracıkta ağlamaya başladım.
sonrasında uğradığımız markette de,
yolda da,
evde de,
hiç durmadan saatlerce ağladım.
ben hiç düzelemeyecek miyim diye.
ya hep böyle kalırsam?
hani beyin ameliyatlarından sonra bir ağırlık gelir ya bazı insanlara yavaş konuşurlar yavaş yürürler. ben onlardan mı oldum şimdi?
hiç geçmeyecek mi?
ya bir de tekrar ederse?
ilk ameliyatta böyle olduysam ikincisinden ya çıkamam ya da çıkmış halim bitki gibi olur herhalde.

Allahım ben bunları aşıp iyi olacak mıyım?
kendimi tekrar ben gibi hissedebilecek miyim?
tekrar çalışabilecek miyim?

ne olacak bana?
iyi şeyler de olacak mı?

o kadar umutsuzum ki bıraksam kendimi gün 24 saat yanacağım halime.
ama düzeltemiyorum da hiçbir şeyi.
o da yaramıyor bir işe.
en çok delireceğim diye aklımı tamamen yitireceğim diye korkuyorum.
bir de acılar içinde öleceğim diye.

Allahım ne olurdu bunlar bana olmamış olsaydı..
tüm gücümle çabalıyorum hiçbir şey olmamış gibi davranayım diye.
ama etkileri bir türlü geçmiyor bir türlü kendimi sağlıklı hissetmeme izin vermiyor ki bu hastalık.
neye ne kadar nasıl dayanacağım.
çok korkuyorum.

Hiç yorum yok: