19.06.2008

euro 2008.. türkiye, hollanda.. ve daniel - mariane pearl...


türk milleti olarak,
ne kadar lüzumsuz şey varsa hepsini yapmaya teşneyiz.
mesela bir maçı kazanmak,
öne geçmek için,
önce mutlaka gol yemeliyiz,
bu da yetmemeli,
hakem tarafından ezilmeliyiz,
sonunda da küllerimizden doğup “ yeminimi bozdum ağalar “ şekli yapmalıyız..

ben en baştan söyledim,
biz bu çeklerden korkuyoruz,
durmadan geri pas yapıyoruz,
böyle bacaklarımız titrerse gol yememiz kaçınılmaz diye..
yedik de..
hem de 2 tane..
arkasından kaç tane attık?
- hem de 15 dk. da -
3 tane..
gerisinden bize ne,
galibiyet şahane..

sesimin çıkabileceği son notada bağırıyorum,
hatta o desibeli de geçtim,
kapasite üstü haykırıyorum,
nihat’ ın 2. golüne ben ancak böyle seviniyorum..
çünkü ben de türküm..
yumurta kapıya dayandıktan sonra gelen galibiyetlere,
hepsinden fazla seviniyorum..
ama bir yandan da,
bu strese gerek var mıydı diye düşünüyorum..
“ yapmasak daha mı iyi olur ki? “ diye sayıklarken bile,
aynı hataları tekrar tekrar yapacağımızı biliyorum…

tıpkı dün gece Hollanda’ nın kazanacağını taa en baştan bildiğim gibi..
günlerdir etrafımda dönen:
- hollanda kesin yedeklerle çıkıp romanya’ ya yatar, çünkü fransa ve italya elenir o zaman,
geyiklerine
“ saçmalamayınnnn “ diye şarladığım gibi..

çünkü hollanda büyük takım…
üstelik öyle yunanistan gibi tek bir turnuvada şampiyon olmakla filan değil,
hep iyi futbol oynadığı için,
geleneğini yıllara yayarak sürdürdüğü için,
bir dönem başarısızlıklar yaşasa da,
hala iyi oynadığı için büyük takım.
şimdi serde “ büyüklük “ varsa,
burnun yere düşse eğilip almayacaksın,
başına gelecekleri göze alacaksın
ve adına leke sürülmesi için kapıları sonuna kadar açmayacaksın..


“ ama yarın, bu elemediği takım önüne çıkar da hollanda’ yı elerse ? “
filan gibi şark kurnazlıkları gözümde ahlaksızlıkla eşit neredeyse..
gerçek erkeklerden kurulu,
gerçekten şampiyonluğu kovalayan bir takım
“ bugün yediğim hurmalar… “ mantalitesiyle hareket etmemeli bence..
etmedi de…
aferin size..
kupada türkiye’ den sonraki favorim hollanda bundan böyle…

neyse..
gördüğünüz gibi EURO 2008 şu sıralar benim hayatımda da hükmünü sürmekte,
izlenecek maçlar,
diğer tüm programların üzerinde gelmekte..
ama arada bir film de izlemek ister bu bünye..
ben de dün yine başladım film film diye inlemeye..
ve ne yaptım?
evde hafta sonundan beri izlenmeyi bekleyen A Mighty Heart DVD’sini taktım,
uzun uzun seyre daldım…

filmin bazı sahneleri gereksiz uzatılmış mı?
evet..
eleştirilebilecek yanları var mı?
evet..
insan seyrederken içinden
“ bunlar acaba alttan alttan Amerikalıları sevimli göstermeye çalışmasın bak! “ gibi Türkçe ötesi cümleler kuruyor mu?
kuruyor..

bir taraftan da
“ yoksa Amerikalıları sevimli göstermiyor da,
aslında Amerikalılar kendi besleyip destekledikleri teröre,
masum olsun olmasın,
kendi çocuklarını da kurban veriyor,
suçları o kadar büyük ki kendi vatandaşlarını bile koruyamıyor göndermesi mi yapıyor? “ diyorsunuz..
mesajını çözemiyorsunuz..
çünkü istemeden de olsa,
öyle çekildiği için,
filmi öncelikle mariane pearl’ ün gözünden izliyorsunuz,
sanki onun içinde yaşıyorsunuz..

düşünün,
bir gece,
9’ da geleceğini bildiğiniz kocanız gelmiyor,
kayboluyor,
sonra kaçırıldığını öğreniyorsunuz,
başına silah dayanmış halde teröristlerin elindeki görüntülerine bakıyorsunuz..
eşiniz de siz de gazetecisiniz,
idealleriniz uğruna dünyanın en karmaşık yerlerini gezmişsiniz,
şimdi pakistan’ da,
karaçi’ desiniz,
üstelik 5 aylık hamilesiniz…
ve eşinizin azılı teröristlerin elinde öldürülmek üzere olduğunu bilmektesiniz..

gerisini önemser misiniz?
olay bir Müslüman – Yahudi çatışması mı
yoksa Amerikalı – Pakistanlı çatışması mı,
tüm bu başınıza gelenler küresel adaletin bir yansıması mı,
bunun muhasebesini yapabilir misiniz?
yoksa sadece ve sadece çok sevdiğiniz
ve karnınızdaki 5 aylık oğlunuzun babası olan biricik eşinizin eve sağ salim dönmesini mi istersiniz?

karaçi’ de öldürülen wall street journal yazarı daniel pearl’ ün,
kaçırılışı ve öldürülüşünü mariane pearl’ ün gözünden anlatan bu film,
bu yüzden benim için etkileyiciydi..
mariane rolünde angelina jolie de,
duygu sömürüsüne başvurmadığı sade oyunculuğuyla gayet iyiydi..

akşam daha sonra geç saatlerde Bodrum’ dan dönen annemlerin bize uğramasıyla devam etti.
babalar günü’ nde göremediğim babama hediyesi verildi,
milli takım geyikleri çevrildi,
çaylar içildi.

sonra,
sohbetler bitti,
herkes evine gitti.

ama yazarınızın içinde korkular
ve kaygılar var gibiydi..
sizce sebepsiz mi?

Hiç yorum yok: