26.09.2010

-umarım bir gün- yayınlayacağım hikayeden.. sabahın beşinde bu parçasını eklemek istedim nedense..


herşey nasıl başladı?
enini, ortasını söylemek zor.
ama biliyorum "işlerin asıl berbat olduğu yeri"..

ilk görüşümü,
ilk avuçlarınla tokalaştığım anı değil de,
"işlerin asıl berbat olduğu" o anı hatırlarım hep "aşk ne zaman ?" diye düşündüğümde.

bir gemide miydik teknede mi bilmem..
ama denizdeydik.
sen yanımda oturuyordun..
bir kaç dakika önce bana aşkların en güzelini sunmuştun.
ve ben ağzımı açamıyordum.
hayatımda o güne kadar hissetmediğim,
bir daha da hiç kimse için hissetmeyeceğim bir duyguyla dolmuştum:
kaybetme korkusu..

korkumdan avaz avaz bağırmak istiyordum önünden geçtiğimiz adalara.
"ben sana layık değilim" le mi başlasam
nasıl olmazsa benim olmazsın diye tanıştığımızdan beri sana uydurduğum kuyruklu yalanlardan mı?
sana gelinceye kadar işlediğim günahların kalbimde hiçbir ağırlığı yoktu.
şimdi tonlarcası üstüste.
sakın gitme.

kalbimin kenarı bir uçurum kıyısıymış da,

ilk cümlemle dökülüverecekmiş aşağı doğru sanki bilinmemesi gerekenler.
şunlarla doluyum:
konuşursam kaybederim.
yaptığım ilk hareket herşeyi mahvedecek.
şu an senin gözünde öyle güzel, öyle narin, öyle eşsizim ki,
sanki kıpırdasam herşey bitecek.
hayalini bozmak istemiyorum çünkü hayalindeki kız olmaktan ölesiye mutluyum.
o yüzden susuyorum.
"soğuk" olarak itham edilmeyi kabul ediyorum sonra.
yeter ki sen bana aşık halde yanımda oturmaya devam ediyor ol o tarafa baktığımda.

senden başkalarına bahsederken de korkacağım artık.
insan, kem gözlerden sakınır çünkü.
insan, hayatında elle tutulur bir şey yoksa neler neler yaptığından dem vurur durur,
ama aşk idesinin kendisiyle karşılaştığında,
ondan başkalarına bahsetmekten kaçınır çünkü.
çünkü nedense bahsedersen kaybedersin diye bir kural vardır.
ve bu kural benim için istisnasız tekrarlanır.

işlerin asıl berbat olduğu an dememin nedeni bu.
hayatım boyunca aşkı aramama rağmen,
seni hiç aramadan buldum.
bir armağan ya da mucize gibi,
sanki usulca kucağıma bırakıldın.
üstelik bunun için iyi olan hiçbir şey yapmamışken!

sana rastlayana kadar,
aşk uğruna mübahtır diyerek güle oynaya geçtiğim o yollarda,
ne dikenler saplamış da hissetmemişim boğazıma.
sen yanıma gelince,
o gemide bana hiç uğraştırmadan aşkların en büyüğünü sunuverince,
ben bir ömürlük afalladım.
bundan sonra her anımı bu rezil kaybetme korkusuyla yaşayacaktım.

o an demiştim ki kendi kendime:
hatırla!
bu anı hayatın boyunca hiç unutma.
aşkı kaybetsen bile bir zamanlar onu olanca ihtişamıyla yaşamış olduğunu hatırla.
tepetaklaklığını hatırla.
gözlerimi kapatıp o anı hafızama oydum.
belki de bu yüzdendir,
ne zaman biri "hadi en baştan anlatsana hikayenizi" dese bana,
nedense "en başı" diye hep o gün geldi aklıma.

keşfettiğimiz yer öyle eşsizdi ki,
bu mutluluğu yaşamaya korkmaktan başka duygu kalmıyordu bana.
bir virajı dönmüş, bir güzelliği görmüştüm artık.
eski halime bürünemez,

o güne kadar adına aşk dediğim saçma duygularla yetinemezdim.
Tanrım!
bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı!
"sen olmasan ne yaparım"ı ilk kez düşünmeye başlamıştım.
en dalga geçtiğim şeyi yapmıştım,
kafamda "güzel olanı temsil eder" dediğim bütün imgelere,
senin bir resmini yapıştırmıştım.
artık bir ağaç düşündüğümde kafamda yemyeşil bir ağaç yanında da senin resmin canlanıyordu.

deniz düşündüğümde deniz ve sen.
mandalina düşündüğümde mandalina ve sen.
o günden sonra,
sabahları, yapmam için beni bekleyenleri düşünerek değil,
seni düşünerek uyanacaktım artık hep.

iştahsız,
sevinçsiz olacaktım seni görmediğim günlerde.
burnumu bir telefonun veya bir bilgisayarın camına dayıyor olacaktım,
sen uzaktayken ve bizim iletişimimizi sadece bunlar sağlayabiliyorken.
benim için artık her nesnenin,
yalnızca beni sana yaklaştırıyorsa bir değeri olacaktı.
ve içinden ışık geçen her şey seni hafızama bir kez daha çakacaktı.

beni artık köpeğini gezdirir gibi heryere götürebilirdin.
bir tek kez gülmen herşeye değerdi ve ben sersefildim.
bir de belli etmez ve sana "bir gün seni terk edeceğim" ler çekerdim.
inandığında gözlerin dolardı.
gitmeyeyim ya da seni daha az sevmeyeyim diye,
aklıma gelmeyecek şeyler yapardın.
seni cezbetmek için çektiğim tüm nuramaları gereksiz kılardın.
çünkü sen zaten ordaydın.
bana bunu her hücrenle anlatırdın.
yine de içimdeki korku bir zerre azalmadı.
hayatta başıma gelebilecek hiçbir şey onu yerinden alamazdı.
tekrar aşık olamazdım ya da hayata yeniden başlayamazdım.
artık benim için dünyada sevgili olabilecek tek kişi vardı..


burnumun ucunu yanağına dayayınca sıcaklığını aldığım,
başımı boynunun altına sokup dünyadan saklandığım,
beni kokusuyla başka alemlere uçuran,
ve "o bu odada nefes alıp verirken başka kimlerin olduğu veya olmadığı umrumda bile değil" diye düşünebileceğim,
senden başka kimse olamazdı.
sokaklarda kavga ettiğimizde,
yanından ayrılıp bir adım önünden yürümeye başladığım,
ama ne kadar kızgın da olsa arkamdan yaklaşıp elimi sıkıca tutan,
sol tarafına doğru nerede görsem tanıyacağım "saçmalamayı kes de aşkımıza kaldığımız yerden devam edelim" bakışını atan,
senden başkası olamazdı.
ayrılmamız veya birbirimizin hayatından çıkabilme ihtimalimiz senin için saçmalıktı.
bense hırçın,
ölmeye ya da ayrılığa eğilimli olabiliyordum:
ki gözümde ikisi hemen hemen aynı şeydi.

kendimi kaybedip seni bulmuştum ben ve bunun beni yok ettiğini anlamam çok uzun zaman alacaktı.
anladığımda da değiştirmek için hiçbirşey yapmayacaktım zaten.





4 yorum:

Adsız dedi ki...

evet... sen aşktan anlıyorsun biraz...

hayatgibi dedi ki...

adsız, iltifat olarak aldım :)

Şarküteri dedi ki...

Okurken kendi haytımdan sahneler gördüm. Buna engel olabilirdim ama olmadım. Hikayeni en kısa zamanda yayınlaman dileğiyle...

hayatgibi dedi ki...

şarkuteri çok teşekkürler..
aslında yazdığım daha öyle çok şey var ki,
neden bu hikayenin bu parçasını seçtim o saatte bilinmez.
belki de süslü sözleri az, içtenliği en fazla gelen bu olduğu için.

söz sanatları yapmayı değil de salt aşkı anlatmayı istemişim sanki sadece yazarken.


umarım tanrı bana yazdıklarımı bastırıp bu işi herkese "mesleğim" olarak söyleyebileceğim günü gösterir..