26.07.2009

şimdilik böyle...


bu aralar bir film arıyorum…
izleyeyim ve hayatım değişsin,
önüme her gelene o filmi anlatmak isteyeyim,
yoldan geçenlere “ acaba o da benim filmimi(!) seyretmiş midir? “ diye umutla,
çakmak çakmak bakayım istiyorum.
fakat heyhat!
bulamıyorum.

çok fazla film izlemiş olmaktan mıdır bilmiyorum,
izlerken küt diye kalıp,
sonrasında koltuğuma mıhlanacağım bir şey artık karşıma çıkmayacak gibi hissediyorum.
geçen hafta sonu büyük umutlarla Halk Düşmanları’ na gittim mesela.
beğendim ama beklediğim kadar da etkilenmedim.
evde izlediğim Last Chance Harvey için de sadece keyifli bir seyirlikti diyebilirim.
pazar öğleden sonra,
sırf pazar sıkıntımızı alsın diye izlediğimiz “ 17 Again “ den zaten bir şey beklememiştik.
ama sonraki akşam seyrettiğimiz belgesel-film Nanking’ ten olumsuz anlamda epey etkilendik.
1937 yılında Çin’ in Nanking şehrinde yapılan büyük katliam hakkında bolca sevimsiz bilgi edindik.
kadın-çocuk demeden 200.000 kişinin öldürüldüğünü,
binlerce kadına tecavüz edildiğini
ve insanların ne kadar vahşileşebileceğini,
dünyanın da buna nasıl seyirci kalabileceğini gördük.

fakat bu “ etkilenme “ benim beklediğim cinsten değildi.
ben insanların soysuzluğu karşısında dehşete düştüğüm bir belgesel izlemek değil,
kilitlenip kalacağım sinemasal anlamda gerçek bir eser izlemek istiyordum.
Bodrum’ dan beri.

Bodrum tatilinde yanımızda TV, lap top, internet bulundurmadığımızdan,
bilakis,
deniz kenarında balık yiyelim,
rakı içelim,
tekneye binelim tenimiz denize değsin,
kumsala gidelim rüzgar tenimizde essin modunda olduğumuzdan bahsetmiştim..
kısacası doğaya dönmüştük sevgili kadir kıymet bilir okur.

yalnız insan nankör, özlüyor.
TV’ yi biraz, DVD player’ ını çokça, Play Station’ ını ise deli gibi özlüyor.
yukarıdaki sıralamaya bakınca,
günlük hayatımda değer verdiğim şeylerden,
beni diğer insanlarla ne kadar çok ayırdığına inanırsam o kadar zevk aldığımı fark ettim.

örneğe bakarsak:
en az özlediğim TV : çünkü bunu herkes seyredebilir.
herkes sevebilir.
benim sevmem karakterimin bir getirisi ya da farklılığımın belirtisi değildir.
TV, TV’ dir.
tematik kanallarda kalınarak bu duygu biraz giderilebilir.

2. sırada özlediğim DVD Player: neden?
çünkü karakteri ortaya çıkartmaya birebirdir.
izleyeceğiniz filmi ya da diziyi siz seçersiniz, izleyeceğiniz saati siz seçersiniz.
örneğin dizi izleyicisiyseniz, “ 11 bölüm üst üste izledim olm dün gece. “ diyebilirsiniz.
burada bir virgül koyup konuya farklı bir açılım getirmek isterim canım ziyaretçi.
bu dizileri artık nasıl yapıyorlarsa, değişik yapıyorlar ( nasıl da sanatsal bir cümle! )
örneğin Lost izliyorsunuz diyelim.
bir bölümü yk. 40 dakika.
11 bölüm eder 440 dk.
yani 7 saat 20 dakika! - hesapları kendi kafamdan yaptım :) –

şimdi herhangi bir “ seyirliğin “ konusu ne kadar iyi olursa olsun,
ne kadar “ merak ettirme “ duygusuna oynarsa oynasın
normalde bu kadar izlenememesi lazım!
ben -ki sinema delisi bir kişiyim-
en sevdiğim filmi bile 7 buçççukk saat izleyemezdim.
ama dizi olunca izleniyor kardeşim.
anlamıyorum bu Lost, Prison Break, 24 türevi şeylerin içine nasıl bir uyuşturucu katıyorlar,
ne tür bir kamera oyunu vs ile aklımızı bulandırıyorlar ama kendilerini bal gibi seyrettiriyorlar.
hem de 5 saat, 6 saat seyrettiriyorlar.
sabah 06:30’ da kalkıp işe gidecekken,
gecenin 3’ lerine 4’ lerine kadar izletiyorlar.
bu konuya ayrıca değineceğim.

neyse efennim.
işte ben başkalarına garip gelen Avrupa Sineması seçkilerini
ya da kafama göre Amerikan filmlerini,
veyahut dizileri saatlerce izleyip birilerine heyecanlı heyecanlı onlardan bahsettiğimde
ve “ normal insanlar “ bana:
- deli misin? ne anlıyorsun onları izlemekten? dediğinde,
kendimi acayip mutlu hissediyorum
işte diyorum daha normalleşmemişim.
hala gencim, farklıyım, özelim.
diyorum.
onlar anlayamaz beni, bizi diyorum.
kendimi süper hissediyorum “ onlar “ beni beğenmedikçe.
- deli misin? , diyorlar.-
cevabım:
-hayır değilim. sadece sizin anlayamayacağınız biriyim.

en çok özlediğim Play Station III:
çünkü bu daha farklı bir statü.
başkalarının gözünde 27 yaşında,
evli barklı,
işinde gücünde yani artık “ durulması gereken” biriyken,
bir anda haftada 6 gün çalıştığı temposundan adeta sıyırarak toplayıp,
biriktirdiği azıcık zamanda Play Station oynayan biri haline dönüştüğüm zaman da aynı soru geliyor:
-deli misin?
-yoo.. değilim.. ama anlamazsın.

ben böyle deşarj oluyorum güzel kardeşim.
ben oyunlar dünyasında yaşamaktan zevk alıyorum.
her şeyde bir masalsılık, bir büyü,
bir buğu arıyorum.
ben futbolu da senin gördüğün gibi görmüyorum.
basketbolu da, tenisi de.
Fransa Bisiklet Turu’ nu da senin gözlerinle izlemiyorum.
ben oyunların, kazanmanın, naif tarafını gören öykü kısmında nefes alıp veriyorum.

evet hayatta kalabilmek için sistemin çarkları arasına kaptırmışım büyük bölümümü
ve kendimi ancak bu küçücük sihirli alanlarımda koruyup yaşatabiliyorum.
evet sana benzemiyorum.
sana benzemediğim her gün için de ruhuma şükrediyorum.
hatta sana benzeyeceğim günü görmeyi en büyük korkum addediyorum.
biliyorum senin için tehlike oluyorum.
ama bunun için özür dilemeyeceğim gerçeğini de baştan koyuyorum.

evet ben TV’ de senin merak bile etmeyeceğin şeyleri izliyorum.
evet DVD playerımın yanı başında senin tü kaka edeceğin bir sürü film sıralanmış.
evet geçip Play Station karşısına çocuklar gibi kendimi kaybederek oyun oynuyorum.
senin okumayacağın kitapları ben 2’ şer 3’ er yutuyorum.
ama ben bunları yapmayıp,
-dün akşam banyoyu cifledim, onun için 2’ de yattım, desem çok memnun olacaksın biliyorum.

seni üzmemek için söyleyeyim,
evde ne yardımcım var, ne gelip gidip yardım edenim.
mutfağı da temizliği de ben idare ediyorum.
balkon da yıkıyorum,
yerleri de siliyorum,
yemek de hazırlıyorum, banyoyu da cifliyorum.
ama bunları hep “ bitse de gitsek “ havasında yapıyorum.
bir an önce gerçek ben olduğum,
aşk dolu, oyunlu, filmli, sanatlı, civcivli hayatıma dalabilmek için bunları sadece mecburiyet olarak görüyorum ve
hayatımın merkezine koymuyorum.

ha ben istemez miyim seninle kapı önünde karşılaşıp:
- ay dün gece işler bitmedi şekerim, bir saat ocağı ovdum, bir saat tezgâhı ovdum,
2 saat fayansların arasındaki siyahları tırnaklarımla temizledim hepsi bembeyaz şimdi,
cam sildim, kapı sildim, 3 çeşit de yeni tariflerden bulunmuş yemek pişirdim,
diye sohbet edeyim.
sen de kocanı anlat,
yakın,
sıkıntılarını bana geçir,
kaynananı çekiştir, içimi daralt,
dedikodu yap,
komşu kadınlara ver veriştir,
beraber kadın programları izleyelim.

ama olmuyor işte,
benim sana vereceklerim bu noktada bitiyor
ve senin bana bakışın “ deli misin? “ seviyesinde kalıyor.

değilim diyorum..
kafan almıyor..



4 yorum:

Çağlar dedi ki...

Heh, tepkilere kızmışsın, belli.
Ama evet mutlu ol diye söylüyorum: sen anlattıkça ben şaşırıyorum. hala şaşırıyorum evet bu kadar zamandan sonra bile :)

alpernatif dedi ki...

heh
kızmaaaaa

bir de bulabilirsen the fall u dene
değişik tat :)

Gergin dedi ki...

Şükür!
Nihayet normal biriyle karşılaşabildik..:))

hayatgibi dedi ki...

teşekkürler hepinize..
the fall' u izledim, güldüm, ağladım, sevindim, üzüldüm..
müthiş bir filmdi..
izlemeyenlere de tavsiye ederim..