19.07.2009

deniz kokusu.. ya da gidince..


(hafta içi yazdığım yazıyı şimdi yayınlayabiliyorum.. sevgiler.. )


çantamda Bodrum kokusu getirmişim biraz..
daha doğrusu deniz kokusu..
nasıl yaptım bilmiyorum..

işyerinde tatil dönüşü ilk günüm.
ve ne zaman eğilip çantamda bir şey aramaya kalksam,
buram buram deniz kokusuna çarpıyor burnum.
tosluyorum.
afallıyorum.

oysa bu çantayı plaja hiç indirmedim ki.
odada bekledi hep beni.
denizden dönmemi.
akşamları ona uygun bir kıyafet giydiysem kullanıldı.
yanık tenli kolumda salındı.
ama hep duştan sonra,
giyinmemden – kuşanmamdan - mis mis misler gibi süslenmemden sonra kullanıldı.
püf püf parfümümü taşıdı hatta.
fakat plaja inmedi asla.

belki ben deniz dönüşü odanın içinde koştururken,
banyo öncesi pür telaş havlu-kıyafet-krem püsür ararken,
saçlarımın ucundan bir damla deniz suyu süzülüp üzerine düştü.
o da bir madalya gibi taşıdı bunu.
plaj görmemişliğinin mahzunluğuna sarınıp.
şimdi de İstanbul sıcağında kullanımıma sundu.

sanki hiç gelmemiş gibiyim..
cenazelerden, acılardan, karmaşadan kaçıp Bodrum’ a gittim.
10 her şeyden uzak gün geçirdim.
TV yoktu, internet yoktu, olamayacağı için değil, ben istemediğim için yoktu.
dünyanın en güzel manzarasına karşı koca bir balkon vardı,
yanımızda arkadaşımız vardı.
pırıl denizlerde 10 metre derinlikteki taşlardan kendine koleksiyon parçası beğenmek vardı.
tekne vardı.
2 kere.
adalar vardı.
koylar..
müzik vardı.
minicik kıvrımlarında kayaların,
ısınmış sular bulup kuytu köşelerde yüzmek vardı.
Poyraz’ da dalıp balıkları seyretmek vardı.
eşsiz, bitimsiz, biricik Gümüşlük’te balık yemek-rakı içmek vardı.
Akyarlar, Turgutreis demeden gezmek vardı.
yine rakı, yine balık, sonra pideler, pizzalar, dondurmalar, Çökertmeler yemek vardı.
Bodrum Sultanahmet Köftecisi’nde,
ayaklarımız neredeyse suya değerek,
kıyı masamızda kahkahalı sohbetlerimiz vardı.
Fink’ te tepinmek vardı.
Gümbet’ te votka-Red Bull ve turist kalabalığı vardı.
2 kitap bitirmek,
birinin de sonuna gelmek vardı.
Elif Şafak – Mahrem..
Nermin Bezmen – Bizim Gizli Bahçemizden..
Lance Armstrong – Yaşama Çevrilen Pedal..

bir arkadaş da Murathan Mungan – Kadından Kentler’ i emanet etti.
okuma listesinde bekliyor şimdi..
Bit Palas’ ın beklediği gibi..

dönmek hiç işime gelmedi.
öğlene yakın kalkmalar yok şimdi.
gün boyu denize girip güneşlenmek yok.
akşam olunca süslenip püslenip,
“ şimdi nerede yiyeceğiz, nereye gideceğiz? “ diye düşünmeler yok..

tatlı sıcak meltemler değil,
yapış yapış nemli rüzgarlar var.
saçlarım karışıyor ve artık eskisi gibi aşk uyandırmıyor bende İstanbul’ un kokusu.
tam tersine onu yağlı,
vıcık vıcık,
inat buluyorum.
sevmiyorum ve uzağında kalmak istiyorum.
ama kendimi kucağında buluyorum.
isteksiz bir eski sevgili gibi bıkkınlık doluyum.
yine gitmek,
hep gitmek,
gitmek, gitmek, gitmek istiyorum..

( yarım kalan Avrupa dizisinin son halkası olan Amsterdam da aşağıda..
huzurlarınızda... )





2 yorum:

alpernatif dedi ki...

Bi kere, tatile hala gidemeyen birisi olarak ilk yazıdan kılı kaptım

Bodrum beni bu hale getirdiyse Amsterdam neler yapacak bir de ona abakayım :))

Şarküteri dedi ki...

Ben de alper gibi sefasını sürmeden tasasını yaşadım çıkılmamış tatilin. "Niye bitti, niçin ama niçin?" dedim. Oysa henüz başlamamıştı. Başlayacağı da yoktu galiba.

Çantanın içine tatil ruhu kaçmış. Bir hocaya okutup üfletmek lazım. Ya da tıkalı trafikte çiğ benzin damlatan bir egsoza hafifçe tutulmalıdır. Büyü ancak böyle bozulur :)