29.12.2006
ANNEMLER GİTTİ BEN İSTANBUL' U BEKLİYORUM!!
KANYON VE KAYAHAN ÜZERİNE...
Kale' de Kayahan Konseri vardı..
Ben büyürken bizim evde
annemler tarafından en çok sevilip
dinlenen insanlardan biriydi ama,
ben pek de ilgili değildim kendisiyle.
Michael Jackson vardı yani lütfen!
O yüzden annemler "gideceğiz" dediğinde
"kesssin sıkılıcam" demiştim içimden..
Bodrum Kalesi' ne de ilk girişim...
Annemler gediklisi tabii.
Ben acayip etkilenmişim atmosferden..
Bi saat filan bekledik orada konser öncesi..
Ali Atik - Ayşegül Atik o zaman popülerdi..
Onlar da geldi izlemeye
ve ilgi yüzünden yerlerine geçişleri hayli zor oldu..
Arkalarından Halit Kıvanç gelip aldı protokoldeki yerini
( o zaman da bugün olduğunun aynıydı )
Sonra Kayahan çıktı sahneye..
Ben ilk 1-2 şarkı boyunca playback konser zannederek izledim adamı..
Neden sonra farkettim canlı söylediğini..
O kadar hatasızdı..
Öyle muhteşemdi işte..
Konser sonunda hayatımın ilk "bis" ini de yaşadım..
Seyirci öyle yoğun alkışladı ki,
sahneye dönmemesi olanaksızdı zaten Kayahan' ın..
"Tek şarkı için döndüm ama" dedi..
"Hangisini en çok istiyorsunuz?"
Kalabalıktan sesler yükseldi..
Sonunda seyircilere doğru iyice yaklaştı..
Orkestraya çalmamalarını işaret etti..
Eline gitarı alıp,
iki eliyle başının hizasına kadar kaldırdı,
ters çevirdi
Sonra bütün gücüyle gitarın arkasına vurarak,
"hep karanlık" ın introsunu yaptı..
Ve
"hep karanlık,
hep karanlık,
yeter artık yeter,
bir avuç karbeyazı bir adım yol bana!!"
diye öyle bir girdi ki şarkıya,
hepimiz avucunun içindeydik artık..
Onun gitara vurarak tuttuğu ritmi
biz avuçlarımızı patlatarak taklit ediyorduk şimdi..
Şarkı korkunç bir coşku seli içinde hep bir ağızdan söylendi..
Sonra Kayahan bize dönüp:
- Böyle bir seyircim hiç olmamıştı.. Daha kalabalık konserler verdim ama böylesini hiç yaşamadım.. Müthişsiniz.. Görüntülerinizi klibimde kullanacağım, dedi..
Belki her konserinde söylediği şeylerdi,
belki hissetmeden söyledi,
ama ben çocuk kalbimle her kelimesine inandım..
Ve büyüyüp,
kendimi en rocker zannettiğim,
siyah kıyafetlerle,
yaz kış postalla gezip,
sürekli metal dinlediğim dönemde bile,
Kayahan' a hep bi yer ayırdım..
Belki şiiri sevdiğimden,
sözlerindeki şiire aşık oldum..
Çünkü ben de odalarda ışıksızdım,
sarı saçlarımdan ben suçluydum,
kapımda akşam gülleri matemiyle tutuşuyordu birilerinin,
hem gerçekten inanıp sevseydi,
gece 3-5 nöbetlerine dikmezdi beni,
ya da bir daha böyle sevecek olsam bir kalemde silerdim onu!!!
Bazı şarkılarında hep birilerini düşündüm,
bazı şarkılarında da birileri beni düşündüğünü söyledi..
İnsanlar gelip geçti,
aşklar,
yüzler değişti ama,
benim duygularımı yaşayışımla,
onun şarkıları arasındaki paralellik hep devam etti..
Hele Kızıl Siyah Bulutlar!!
Öyle çok patlamış,
listelere tırmanmış bir şarkısı değildi,
ama benim en sevdiğimdi!
Hala da öyle ve sanırım hep öyle kalacak..
ben mi tuttum güneşi doğmasın diye?
doğmadıysa güneşin suçlu ben miyim yine?
sonbahar yaprağıyım,
peşimde rüzgar.
dinmiyor gözyaşlarım
suçlu bomboş umutlar!
kızıl siyah bulutlar, sevdadır bu dediğim..
anlatsam anlamazlar, sevdadır..
29.09.2006
İSTANBUL BİR GEL-GİT BENDE...
Tek bir kişiye duyulan sevgiden bahsediyorum..
Onu bir kez sevdikten sonra,
kavgalarla sorunlarla sevginizi yıpratsanız da,
bu anlık kırgınlıklar geçtikten sonra size geri dönen büyük aşkınız hep baki kalır..
Eternal Sunshine Of The Spotless Mind' ı izlerken aklıma gelmişti bu..

Esas oğlan esas kızdan ne kadar sıkılsa da..
Ne kadar onu sevmediğini zannetse de..
Kızı gerçekten kaybettiğini anladığında,
asıl duygularının farkına varıyordu tekrar..
Gerçekten böyledir..
Dedim ya..
Birini,
bir kere gerçekten sevince, artık hep seversiniz..
Kırılmak, üzülmek bir yere kadardır ve aslında bahanedir..
Ve İstanbul da bir kişidir benim için..
Hem de şiirlerde iddia edildiğinin aksine erkektir ( keyif benim değil mi ? )
Bitmeyen yol çalışmalarına kızsam,
trafiğine sövsem de, basıp gitmek " yemez "
Öyle bir eldiveni çıkarıp atar gibi, aniden kurtulamazsınız İstanbul' dan..
Kaçıp gitseniz, içinizi, nereye gitseniz istanbul basar..
Boğaz,
yapışır yakanıza, çağırır..
İçinde " herşey " olan belki de dünyanın tek şehridir...
Artık hiçbir yerde üretilmeyen bir şeyin,
son bir kaç parçasından biri İstanbul' dadır..
O yeni film de İstanbul' da girmiştir gösterime,
şu vizyondan kalkmış eski film de " özel gösterim " diye oynuyordur bir yerlerde..
Hiçbir yerde lafı bile edilemeyecek fanteziler " İstanbul' da bir kaç evde " yapılır..
Sapkınlığın da, muhafazakarlığın da ucu buradadır..
Yalılar kadar, gecekondular da..
Entellektüeller kadar zır cahiller de..
At arabaları da, Ferrariler de..
Çadırlar da, beş yıldızlı oteller de..
Karton koliler içinde ölüp kalan şarapçılar da bulunur..
Birini söküp atsanız,
diğeri gelir boğazınıza düğümlenir kalır..
Öyle kolay bitiremezsiniz..
Kimbilir, " bitimsiz " sözcüğü belki de en çok İstanbul' a yakışır..
Nefret etmenin sınırındayken bile seviyorum onu..
Bir yerde okumuştum.
" Kadınlar " diyordu yazan,
"hep iddia ettikleri gibi düzgün adamlara aşık olmaz aslında, asi deli bozuk tiplere aşık olurlar"
Belki bahsettiği istanbullu kadınlardı?
Ve İstanbullu kadınlar, aşkı önce İstanbul' a aşık olarak öğrenmişlerdi?
İstanbul da pek öyle akıllı uslu, efendi bir aşık sayılmazdı tabii...
Üzerdi onları, savururdu,
kırardı..
Yine de kopulamaz, vazgeçilemezdi ya ondan..
Tırnaklarını etlerine bastırarak,
bilekleri kan içinde kalarak,
yine de seveceklerdi ya İstanbul' u çaresiz..
Büyüdükçe, aşklarını, ilişkilerini de bu hastalıklı tutkuya benzettiler..
Hırpalanmayı, rüzgarı, arada bir şefkat görmeyi gerçek aşk bildiler..
Huzurlu limanlarda bir heyecan göremediler..
İçim nasıl istiyor..
Nasıl bırakıp da gitmeliyim aslında bu tutarsız şehri..
Ama düşüncesi bile geçiverdiğinde aklımdan..
Sanki bir el..
Parmakları, tırnakları, damarlarıyla somut gerçek bir el..
Karnıma bir kesik açıp giriyor göğüs boşluğumdan içeri ve kalbimi yakalıyor..
Sıkarak durduruyor..
Soluksuz kalıyorum..
Gözlerim, üzerine pus düşmüş birer cam boncuk oluyor..
Yaşam monitöründe hayat çizgim dümdüz....
Kalbimden tutup çekmezsem,
öpüp yatıştırıcı sözler söylemezsem,
vazgeçmiyor sıkıştırmaktan istanbul' un eli kalbimi....
Yani olmuyor..
Bu kış da gidemiyorum....
İskele verilmeden, vapura atlayacağım bu kış da..
...
..
.
Çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini başkası yazsın.
Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana çıkaramazsın...
Nazım Hikmet
***
Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.
Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İSTANBUL
Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
senin gözlerinle bakacaklar.
Nazım Hikmet
6.09.2006
Başlarken
Giriş güzel olmalı..
Vurucu mu hafif mi, çetrefil mi basit mi?
Bunlara girecek değilim..
Başlamak istediğim, asıl yapmak istediğim şey çünkü..
Bloğu oluşturmak..
Ne olacak burada?
Sadece benim hayatım..
Bazen belki saniye saniye aktarılacak..
Bazen de aralıklarla..
Ama burada durmadan bir hayat akacak..
Bu kız ne yapar, nerelere gider, nelere güler, neleri keşfetmeyi sever, ne zaman ne hisseder, ne zaman sakin kalır, ne zaman haksızlığa dayanamayıp kedi tırnaklarını çıkararak "yeter" diye bağırır, kısacası etkisi-tepkisi, kitabı, müziği, sineması, aşkı, sporuyla tam olarak nasıl yaşar...
Burada olacak...
Eğlenceli olmaya çalışacak..
Asık surat sevmeyecek..
Gerektiğinde de ciddiyetini takınmasını bilecek..
Ama herşeyin hayata ait ve hayatla beraber geldiğini unutmayacak..
Yani gereksiz laf salatalarıyla baş ağrıtmadan yaşamın her teline dokunmaya çalışacak..
Okuyan olursa da havalara uçacak..
İlk yazısının bu kadar kötü olduğuna bakılmayıp kendisine hoşgörü gösterilirse de memnuniyet duyacak,
"acemilik işte, heyecan kem küm hık mık " tiradlarıyla kendini savunmaya çalışacak..
Razıysanız
Hazırsanız..
Perde!